19 Aralık 2012 Çarşamba

gizemli hikayeler serisi-9

Bizi iki ayrı arabaya tıkıp gözlerimizi bağlayıp biryere götürmeye başladılar... Arabadayken bayılmışım. Gözlerimi başımda korkunç bir ağrıyla açtım. Herşeyi bulanık görüyordum. 1-2 saat sonra kendime geldim. Hapishane koğuşu gibi bir yerdeydik. Paslı demir kokusu geliyordu burnuma. Etrafta 5,6 kadın daha vardı. Kimse gelip gitmiyordu. Bunların bir kısmı uyuyor bir kısmının vucudu yara içindeydi ve inliyordu. O sırada, 48 derece sağımda 1 metre 35 cm uzağımda, yerde kıvrılmış uyuyan kızdan çakralarımı aydınlatan o cümleyi duydum. TPL for location location şın şın şın!!! Yerimden fırladım ona doğru yürümeye başladım. Saniyeler donmuş gibiydi. 1 metre 35 cm hayatımın en uzun yolu oldu. Yanına gittim. N'yi görmeyi bekliyordum. Eğildim, heyecandan ölebilirdim. Yüzüne baktım ama değildi. Bu o değildi. Olduğum yere dizlerimin üstüne yığıldım. Tanrım sanırım rüyadaydım ya da hayal görüyordum. Belki de bana uyuşturucu vermişlerdi. Bu yılda uyuşturucu var mıydı bilmiyorum ama olsun. Öyle bişeydi. Yerime doğru ilerken tekrar söyledi. Tekrar location dedi TPL dedi. Bu kez duydum. Emindim. Hemen orda uyanık olanlardan birine duydun mu sen de duydun mu diye bağırdım. Bana yorgun ve umursamaz gözlerle bakarak "Geldiğinden beri sayıklıyor, yabancı sanırım bu kız" dedi. O an farkettim ki, benim gibi o da değişmiş yabancılaşmış tanıyamayacağımız bir vücutla buraya ışınlanmıştı. Bu N. olmalıydı. Onu uyandırmak için yanına gittim. Biraz sarstım. Uyanınca beni tanımadı. Benden uzak dur kimsin sen diye bağırmaya başladı. Bense ağlamaya başladım. Sinirlerim bozulmuştu. Kendime gelene kadar ve olanları N.'ye anlatana kadar ağladım. Sonra beraber ağladık. G.'nin gelip bizi kurtarmasını beklemekten başka çaremiz yoktu. Ama en azından artık iki kişiydik. Kimseye bişey belli etmeden haftalardır neler yaptığımızı nasıl hayatta kaldığımızı konuştuk. Gece olmuştu.

Koğuşun girişinde bir hareketlenme oldu. Bazı sesler duydum. Herkes uyuyordu. N. de uyuyakalmıştı. O sırada kapıda G. yi gördüm. Koğuşun başında bekleyen adama birşeyler verdi ve koğuşun anahtarını aldı. Kapıyı açtı. Fazla ses çıkarmadan N.'yi uyandırdım. G. bizi kapıdan geçirdi ve koridor boyunca eğilerek yürümemizi söyledi. Duvarın dibinden tek sıra halinde çömelmiş biçimde yürüyorduk. G. eğilmemişti. Yanında kimse yokmuş gibi yürüyüp gidiyordu. Kapının girişine geldiğimizde bize koşun der gibi bir işaret yaptı. N ile koşmaya başladık. G. o sırada kapıdaki görevliyi oyalıyordu. Kapıdan çıkar çıkmaz felaket bir yağmurla karşılaştık. Arkamızdan G. çıktı bizi kolumuzdan tutup koşturmaya başladı. O an aklıma çocuk geldi. Onu bulmalıydım. G. bana anahtarları ver sen N.'yi götür çadırda buluşuruz birazdan gelirim dedim. Fazla bir seçeneği yoktu. Bir planım olduğunu anlamış gibiydi. Bana anahtarları verdi. Ve onlar koşmaya başladılar bense içeri girip onu bulmalıydım. Ama önce bulmam gereken bir şey daha vardı. O şey...

13 Aralık 2012 Perşembe

gizemli hikayeler serisi-8

Hiç tanımağım bir yerde kaderime terk edilmek üzereydim ve elimden hiç birşey gelmiyordu...

Aradan tam iki hafta geçmişti. 1902 yılının İngiliz işgali altındaki Mısır'ındaydık. Her yerde İngiliz birlikler kol geziyordu. Teknoloji yoktu. Herşey filmlerdeki gibi eski usüldü. Pazarlar kuruluyordu. Köleler satılıyordu. Kitaplardan okuduğum eski bir tarihin içinde bulmuştum kendimi. Henüz geri dönebilmek için bir planım yoktu. Çoğu zaman aç kalıyorduk ve artık supradyn lerim olmadığı için güçsüz düşüyordum. Tanrım bir tweet atmak için neler vermezdim. Kızları bulma ümidimi yitirmiştim. Anneannem bile doğmamıştı. Ama buraya gelebildiysem dönedebilirdim de elbet. Buradaki yaşama G. nin yardımıyla alıştım.Ona başıma gelenleri anlatmak zorunda kaldım. Çünkü milenyumdan geldiğim her kelimemden belli oluyordu. İlk başta düşerken başımı biryerlere çarpmış olabiliceğimi söyledi. Ama sonra geleceğe dair bu kadar şey atabileceğime ihtimal vermedi ve bir sabah uyandığımızda "sana inanıyorum" dedi.

Bir öğleden sonra G. ile dışarı çıktık. İstediklerimizi temin edebilecek bir kervan geçecekti. Onu yakalamak için gündüz vakti dışarı çıkmak zorunda kalmıştık. G. nin orada konuştuğu Zaglul diye bir adam vardı. Genellikle kervanın konakladığı yerin 2 arka sokağında buluşuyorlardı. Bu sefer yanında ben de olacağım için biraz endişeliydi. Zaglul'u bulmak için çadırdan çıktık. Çok hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. Kalabalığın içinde gözüm birilerine birşeylere takılmadan ilerleyemiyordum genelde. Sonra onu gördüm. Boyu benimkinden çok daha uzundu. İnce vücutlu ancak geniş omuzlu benim yaşlarımda bir oğlandı bu. Koyu sarı saçları ve mavi gözleri, açık bir alnı ve biraz büyükçe bir kafası vardı. Gözgöze geldik. O an olduğum yerde saniyelerce kalmışım G. nin dediğine göre. G.nin beni kolumdan çekiştirmesiyle kendime geldim. Kolumdan sürükleyerek beni oradan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Arkama, ona bakarak ilerliyordum. Yüzünde beni durduracak gibi bir ifadeyle o da bana bakıyordu. Sanki gitme der gibiydi. İşte ne olduysa bu sırada oldu. 50 metre ilerimizde bir bomba patladı. Ne olduğunu anlayamadan yere serildik. Ses okadar kuvvetliydi ki kulaklarımda büyük bir çınlama vardı ve G.yi duyamıyordum. G. ona doğru koşmamı söyler gibisinden bir işaret yapıyordu. Bense çocuğa baktım. Serildiğim yerden zar zor kalkıp çocuğa doğru ilerleyecekken İngilizler geldi. Çocuğu yattığı yerden kaldırıp götürmeye başladılar. Neden yaptığımı bilmiyorum. "Hey! Hey! Burdayım" diye bağırdım. G.nin kaçabilmesi için dönüp G.ye bakmadım bile. Olanları gördüğünü biliyordum ve beni kurtarmaya geleceğini de. Bizi iki ayrı arabaya tıkıp gözlerimizi bağlayıp biryere götürmeye başladılar...

15 Kasım 2012 Perşembe

gizemli hikayeler serisi-7

Beni ayakta görünce kemiklerimi kırarcasına sarıldı ve dedi ki "Bayıldın! Beni çok korkuttun iyi misin?". Önce hiç birşeye anlam veremedim çünkü karşımdaki en yakın arkadaşlarımdan biri olan G. idi. Ama o burada olduğuna göre bişeyler yolundaydı. Şimdi G. ye belli etmeden etrafa göz gezdirmeli nereye ışınlandığımızı anlamalı kızları bulmalıydım. Büyük bir soğuk kanlılıkla iyiyim dedim.

M:Dışarı çıkmak istiyorum. Biraz hava almalıyım.
G:Tamam nasıl istersen. Ama ancak pazara kadar yürüyebiliriz. İşgalciler heryerde kol geziyor. Bu saatler tehlikeli biliyorsun.
M:Tamam farketmez sadece hava alalım.

Kapıya yöneldim tam çıkacakken,

G:Şalını almayacak mısın? Hala aranıyoruz.
M: Pardon unutmuşum.

Şalımla başımı kapatıp filmlerden gördüğüm gibi peçe yaptıktan sonra çadırdan çıktık. Tanrım! Bir kum yığınınn ortasında bir çok çadırın olduğu güneşin sıcaktan bunalttığı bir yerdeydik. Nerdeydik? Bir süre yürüdükten sonra cadde ve sokakların olduğu şehir merkezi gibi biryere geldik. 30 dakikalık bir yürüşten sonra pazar yerine ulaşmıştık. İnsan kalabalığı vardı. Çoğu bizden farklı suretlerde insanlardı. O sırada G. beni kolumdan çekti. Aynaların ve antikaların olduğu bir dükkana girdik. Etrafta dolaşırken aynalardan birinde kendimi gördüm. O an ellerim ayaklarım buz kesti. Kalp atışlarım yavaşladı. Kanım donmak üzereydi. Elimi yüzüme götürdüm. Aynadaki suret de aynısı yaptı. Ama o ben değildim. Olamazdım. Bu ben olamazdım. Yavaşça ve ayaklarımdaki son güçle aynaya yaklaştım. Kendime baktım. Gözlerime inanamıyordum. Bu yüz benim değildi. Gözlerim dudaklarım kaşlarım. Bunlar benim değildi. Sonra bütün aynalara tek tek baktım. Hepsinde aynı yüzü görüyordum. Orda bir taburenin üstüne çöktüm ve başımı ellerim arasına alıp korkunç sonucu düşündüm. Işınlanma sırasında hüclerim yer değiştirmiş yeni bir genetik dizilimle şimdi olduğumuz zamana gelmiştim. İşte bu çok kötüydü. Çünkü artık kızları tanımama imkan kalmamıştı. Onların da beni tabii. Artık yalnızdım. Artık tren de yoktu. Hiç tanımağım bir yerde kaderime terk edilmek üzereydim ve elimden hiç birşey gelmiyordu...

12 Kasım 2012 Pazartesi

Oğuz Atay-Tutunamayanlar -OLRİC

Sabrın Yolu Doğru"mudur Olric ?
-Doğrudur Efendim
Ne Kadar Sabır Olric ?
-Ya Unutana Yada Gerçeği Görene Kadar Efendim ...

Kimsin Sen Olric ?
- Ben Siz"im Efendimiz ...
Ben Kim"im Olric ?
-Kim Olmak İstiyorsanız Aslında O"sunuz Efendimiz ...
Kim Olmak İstiyorum Olric ?
-Aslında Hiç Kimse ... Aslında Kendiniz Efendim ...
Kendim Nasıl Olunur Olric ?
-İnanarak Efendim ..

Haklı Kim"dir Olric ?
- Herkes"dir Efendimiz ...
Herkes"in Haklı Olduğunu Sandığı Yerde Haklı Olduğunu Savunmak Nedir Olric ?
- Gereksiz Tartışmak"tır Efendimiz ...
Haklıyı Haksızı Nasıl Bulacağız Olric ?
- Kabullenerek Efendimiz ...

O'nu Düşünerek Yazdıklarımı
O Kimi Düşünerek Okuyor olric ..

Aslında Ben Yalnız Değilim Olric
Sadece On"lar Çok Kalabalık"lar !!!

Benimle Savaşma. Olric !!
Çünkü Kazanırsan Kaybedersin ...

Acaba İyi Bir Şey Olacak"mı Olric ?
- Hayır Efendim . İyi Şeyler Birdenbire Olur, Bu Kadar Bekletmez İnsanı..

Yoruldum ... Daha Ne Kadar Dayanacağız Olric ?
-Sabrımız Ve Gücümüz Bitene Kadar Efendimiz ...

İnsan Sevebileceği Birini Buluncaya Kadar
Kaç Kişiyi Sevdiğini Sanıyor Olric ?

Konuşmak Ve Gülmek Zorunda Oluşumuz En Büyük Acı Kaynağımız.
- Yaşamak İçin Buna Mecbursunuz Efendim
Neden Olric ? Ben Ben İçin Yaşamıyormuyum
Neden Birilerine Gülmek Zorunda Kalıyorum ki
- Herkes Birileri İçin Yaşamak Zorundadırlar Efendim ...

Hayat Olric .. Bana Yine Yalan Söyledi ..
- Her"zaman Yaptığı Şey Efendim .. Kime Söylemedi"ki ?

Biliyor"musun Olric ?
Ben Yaptığımda Bütün Yanlışlar Doğruydu ...

Bir Kaç Tane Ben Var Benimle Yaşayan. olric
Bu Sıralar Ben,Hiç Sevmediğim Olanım ..

Ne"dir Ben"den İstenen Olric ..
- Herkes"in Olmasını İstediği Sen Efendim ..
Ben Herkes"in İstediği Ben Olursam Ben Ne Olurum Olric ?

Son Bir Kez Gördüm Dibimi Sonumu Mutsuzlugumu ,
Şimdi Olric Hangi Birini yeneyim ,
Dibi"mi .. Sonu"mu .. Mutsuzluğu"mu ?

Ve Ben, Olric.
Sevmeseydim Birini Delicesine, Karanlıklarda Kaybolup Gitmeyecektim..

Sus dedi Olric, Arkana bakma ve sus. işte o gün bugundur susuyorum ...

~Olric niye her şey ters gidiyor?
-efendim onsuz bi seylerin düz gitmesini beklemeniz hata..

‎- içimi kemirmeyi bırak olric
- düşünmeyin o zAman efendim
- söylemesi kolay olric...

Saat Kaç oLric ? OnLa bir ömür oLmaya az KaLdı efendimiz . . .

Bu aralar havalar mı bozdu olric..
Hayır efendimiz..
Peki bu gözlerimdeki yaşlar olric..
Bozulan havalar değil insanlar efendimiz..

- susmayı seviyorum olric...
- neden efendim?
- senle sohbetin tadına doyum olmuyor olric ?
- keşke hep sussanız efendim...
- keşke olric keşke...

Seviyorum Olric...
O da sizi seviyormu efendimiz ?
Ben seviyorum yetmez mi Olric
Sevelim efendimiz beklemeden sevelim o zaman...

-editör-

Uçurum Dizisi

"Suya Sabuna Dokunmadan Yaşamak"

Uçurum dizisini yayından kaldırdılar. Neden olarak reyting kurbanı olarak gösterilmiş. Ama eminim ki bu dizi bir takım adi insanların işine gelmedi. Tamamen birilerine dokunduğu için, birilerinin işine gelmediği için zorla ! yayından kaldırtıldı. 
Türkiye gerçeklerini Aksaray Laleli'nin görünmeyen yüzünü, zorla alıkoyulan gencecik kızların hayatını bizlere açık açık aktaran, gözümüzü açan,  tek gerçek tek doğru diziydi uçurum... Ama onu da final bölümü bile yapmadan yayından kaldırdılar.
Türkiye'de en çok izlenen dizilere baktığımızda, entrikalı aşk hikayeleri ve aile içi ensest ilişkilerini konu alan dizileri görüyoruz. Ne zaman "evet işte bravo harika bir dizi olmuş hayatın gerçeklerini, 'suya sabuna dokunmadan' yaşayanlara bir bir anlatan bir dizi " diyerek hevesle, severek izlesek, bir kaç bölüm sonra nolduğunu anlayamadan yayından kaldırılıyor.
Gerçekten yanlış yaptılar. ATV den nefret ediyorum. Kerem Deren umarım başka bir kanalla anlaşıp bu diziye bir  ayar verirsin.

Kardeşini kurtarmak için hayatını adayan Eva'nın TV yayında yardım haykırışları:

Bir sürü kadın; bazıları çocuk yaşta, bazıları anne. azeri var, rus var, türk var. hepsi dayak yiyor, tecavüze uğruyor. bu kızları kimse duymuyor. ses çıkarmazsanız, siz de ortaksınız! yardım edin. yardım edin! bunlar istanbul'un ortasında oluyor. herkes biliyor, çok az insan karşı duruyor. biz fahişe, nataşa, hayat kadını değiliz. birinin annesi, kardeşi, kızıyız. biz insanız! nolur, sesimizi duyun ve yardım edin. görmekten duymaktan kaçarsan sen de bundan sorumlusun! mağdur kadınların sesini duyun ve 157yi arayın.

Cem

Cem

CEM - KAYA AKKAYA 
 
Alex Kozlow

Alex Kozlow

ALEX KOZLOW – AKIN SAATÇİ Kimdir? KİŞİLİĞİ: Masum kızları, kirli bir dünyanın içine çekiyor. Tatlı dilli ve çekiciliğiyle zor durumdaki kadınların güvenini kazanıyor. İdeal erkeğin tüm sinyallerini veriyor.
 
Mika

Mika

Zeynep Köse Uçurum'da Rus Hayat Kadınını Oynuyor..
 
Eskici Atıl

Eskici Atıl

Alican Albayrak’ın canlandıracağı ‘Eskici Atıl’ karakteri, devri dolan ve söz dinlemeyen hayat kadınlarını 602 numaralı odaya götürerek infaz eden psikopat katil rolünde…
 
Şule Kurtay

Şule Kurtay

 ŞULE KURTAY - DUYGU YETİŞ - selçuk yöntemin  kızı rolünde 
 
Kutlu Çetin

Kutlu Çetin

KİŞİLİĞİ: İyi biri, varlığıyla 'Yaman'ın tamamen canavarlaşmasının önündeki tek engel. 'Kutlu'; bu dünyada sadece sayıları, çizgileri ve renkleri biliyor. Bir gün otelde gördügü bir kızla birlikte hayatı değişiyor.
 
Pınar Kılınç

Pınar Kılınç

PINAR KILINÇ – 1981 (FUNDA ERYİĞİT) Eğitimli, iyi halli bir aileden geliyor. Biyoloji mezunu, reprezant olarak çalışıyor. Lise aşkıyla evli. Hayatını felicia gibi kızları kurtarmaya adıyor.
 
FELICIA MATEİ

FELICIA MATEİ

FELICIA MATEİ– 1993 (Denise Capezza) Moldovalı. Eva’nın gözünden sakındığı kız kardeşi. Hikâyenin en masum kurbanı. Daha çocuk sayılır.
 
EVA MATEİ

EVA MATEİ

EVA MATEİ – 1986 (Lavinia Longhi) Moldovalı. Tıptan mezun. Tuttuğunu koparan, zeki, cesur bir karakter. Genç yaşta ağır bir sorumluluk almış. Kız kardeşine o bakıyor.
 
ARİF KURTAY

ARİF KURTAY

ARİF KURTAY – 1962 (Selçuk Yöntem) Adem’e yardım eli uzatan, iyi niyetli, orta direk aile babası. Berber dükkânı var.
 
ADEM SIR

ADEM SIR

ADEM SIR- 1983 (Mehmet Ali Nuroğlu) İçe kapanık, kendi dünyasını ele vermeyen, küskün yüzlü, içinde ne fırtınalar koptuğunu okuyabildiğimiz, ama ne olduğunu asla çözemediğimiz adam.
 
NUR

NUR

NUR– 1973 (Esra Ronabar) Yaman’ın sağ kolu. Bir tür nefret-sevgi ilişkisi var aralarında. Ona hem aşık hem nefret ediyor. Fahişelikten, mamalığa yükselmiş.
 
YAMAN ÇETİN

YAMAN ÇETİN

YAMAN ÇETİN – 1975 (Erdal Yıldız) Aksaray’da fuhuş yapılan Cennet Otel’i işletiyor. Hikayenin en karanlık adamı. Yapabileceklerinin sınırı yok.

A.nın Damat Baklavası

Herkese selamlar,

yaklaşık 1 aydır hazırlaya hazırlaya bitiremediğimiz erkek tarafına götürmemiz gereken nişan bohçasını götürmüş bulunuyoruz :)
Bohçanın süslü halinin fotoğrafını ne yazıkki sizlerle paylaşamıyorum :(
Ama sizlere bu seramoninin en leziz kısmı olan damat baklavasının fotoğrafını göstereceğim :)

11 Kasım 2012 Pazar

gizemli hikayeler serisi-6

Çıkamıyorduk. Bu trenin içinde bu zaman diliminde sıkışıp kalmıştık....Düşündüm,düşündüm ve düşündüm. Ve işte olmuştu. Aklıma bir çözüm yolu gelmişti.Bu çözüm yolu bugüne kadar izlediğim belgeseller ve okuduğum kitaplardı. Eğer Einstein haklıysa yeterince hızlanırsak ışık hızına yetişebilir, zamanı yavaşlatabilir ve başka bir evrene geçebilirdik. İşte cevap buydu.Ve ben yapmam gerekeni biliyordum. Bir kez daha TİLAYLON diye bağırdım.Tren hareket etmeye başladı. Şimdi tek yapmam gereken kızlara durumu anlatmak ve sakin olmalarını söylemekti. Ama bu onları korkutabilirdi. Ne de olsa birşey hatırlamıyorlardı. En iyisi kimseye birşey söylemeden planı uygulamaktı. Böylece bilgisayarımın başına oturduğum ana dönebilecek, kafamı kaldırıp S.'yi görecek ve ona gülümseyecektim. İşte tek hayalim buydu. Trenin yeterince hızlanmasını beklemeye başladım...Aradan yaklaşık 1 saat geçmişti ki, kazandığımız hızdan dolayı trenin içinde kusmalar, bayılmalar, nefes problemleri boy göstermeye başlamıştı. Bunun böyle olacağını biliyordum. Buna dayanamayacak bünyeler de olacaktı. Ama çoğunluğu kurtarmak için azınlığı feda etmemiz gerekiyordu. Ne kadar hızlı gittiğimizi bilmiyorum. O sırada gözlerim kararmaya başladı. Nefes alamıyordum. Hücrelerim, hücrelerim tek tek dağılıyor gibiydiler. Tanrım daha önce böyle bir şey hiç hissetmemiştim. Sanırım bileşenlerime ayrılıyordum. Artık kocaman bir karanlıktaydım. Evet ben de bayılmıştım...

Gözlerimi açtım. Yüzüme bir çadırın girişinden süzülen gün ışığı vuruyordu. Susamıştım. Yerimden kalkmaya yeltendim. Ancak tüm vücudumda inanılmaz bir ağrı vardı. Fakat başardım. Doğrulduğum yerden kumlar, tozlu ve sisli bir çadırın içini, ve ihtiyacım olan suyun bulunduğu testiyi görebiliryorum. Ne yapmıştım ben? Nereye ışınlanmıştık? Kızlar neredeydi? Daha doğrusu biz neredeydik? Testiden biraz su içtim. İğrenç bir tadı vardı. O sırada içeri uzun boylu renkli gözlü başında sarık olan bir çocuk girdi. Beni ayakta görünce kemiklerimi kırarcasına sarıldı ve dedi ki...

14 Eylül 2012 Cuma

özledim hepinizi ulan.

selam cücüklerim!

bugün beni cok ama cok mutlu ettiniz! çilekler kapış kapış gitti ama ben de muzları bütün bütün yuttum.
ekipte herkes erkek, yakında birlikte rusa gidicez. muhabbet fena; öğlenleri okeyler falan dönüyo.
bıyık bırakmayı düşünüyorum.

öyle bi yazayım, burdayım ulan diye haykırayım dedim.

kedi çükü saçlarım da bugün çok formundalar.
hepinizi ayrı ayrı mıncıklarım.

<merliningötündensevgiler.com>

12 Eylül 2012 Çarşamba

gizemli hikayeler serisi-5

Her yanan ışıkta bir kez daha gözlerime inanamadım. Gördüğüm şey tam olarak sağa sola sallanarak giden bir tren vagonunda olduğumuzdu. Elimde bebek falan da yoktu. Nereye gitmişti bu çocuk. Kompartımanda benden başka iki tane de yaşlı vardı. Bunlar evliydi heralde bilemedim. Gözlerine yaklaşıp el salladım. Ama hiç bir tepki vermediler göz de kırpmıyorlardı üstelik. Bebek de kaybolmuştu. Onu bulmalıydım. Tam bu sırada D. yi gördüm. Bizim vagonun önünden geçti. Hemen arkasından koştum. D. diye seslendim. Dönüp bakmadı bile. Arkasından gitmeye devam ettim. Koridorda ilerledikten sonra kompartımanlardan birine girdi. Hemen kompartımana yöneldim.Bizim kızlar içeride oturuyorlardı. Kapıyı açmaya çalıştım ama kitliydi. Camdan hepsinin isimlerini saydım. Bir tek N. nin ismini söylemedim. Çünkü kafamdaki şüphelilerden biri N. idi. Camı kırmak için birşeyler buldum ve cama vurdum. Elimi kırıkların arasından sokup kapının kilidini açtım. Kızlar da aynı yaşlılar gibi hiç bir tepki vermeden oturuyorlardı. Bir tek S. yoktu aralarında. Sanırım ofiste kulaklıklarıyla müzik dinliyordu. Başka vagonlara gitmeye çalıştıkça olduğum yere geri dönüyordum. Bunu defalarca tekrarladım ama olmuyordu. Her seferinde kızların önünden geçiyordum. Bu durumda yapılacak tek şey vardı. Trenden atlamak zorundaydım. Tren çok hızlıydı. Ölebilirdim. Ama bunca saçmalığın arasında ölsem de bir bilgisayar oyununun içine falan çıkarım heralde diye düşündüm. Atlamaya kesin olarak karar verdim. Son olarak kızlara baktım.Hiç bir değişiklik yoktu. Tam atlayacakken aklıma bir şey geldi. Avazım çıktığı kadar TİLAYLON diye bağırdım.İşe yaramıştı. Tren yavaşlamaya başladı. Yavaşladı yavaşladı ve durdu. İlk olarak A. nın kıpırdandığını gördüm hemen yanlarına koştum. Kızlar kendilerine gelmeye başlamışlardı. Ancak ne kendilerini ne beni hatırlıyorlardı. İşte bu çok kötü olmuştu. Son kozumu oynamıştım ama elimde kim olduğunu bilmeyen bir tren dolusu insandan başka bişey yoktu. Tren durduğuna göre artık kaçabilir ve kızları kurtarmanın bir yolunu bulabilirdim. Trenden atladım. Atlamamla beraber yaşlıların olduğu kompartımana düşmem bir oldu. Aynı loop burada da vardı. Çıkamıyorduk. Bu trenin içinde bu zaman diliminde sıkışıp kalmıştık....

31 Ağustos 2012 Cuma

gizemli hikayeler serisi-4

Ve ofisi terketmek üzere çantamı aldım. S. kulaklıklarını çıkarıp arkamdan bağırdı. Nereye gittiğimi sordu. Ona dedim ki; keşke kulaklıklarını daha erken çıkarıp beni dinleyebilseydin! Kapıdan çıktığımda siyahlı adam beni bekliyordu. Asansörlere yönelecekken beni durdurdu. Hayır oradan değil beni takip et dedi. Onunla hiç kullanılmayan ve nereye çıktığını bugüne kadar hiç bilmediğimiz kapıya geldik. Evet o kapı. Mutfağın ordaki değil diğeri. Elini kapının 10 cm uzağında gezdirip bir takım garip işaretler yaptı. Kapının açılmasına gerek kalmadan içerideydik. Tanrımmmmm dedim. Korkudan titriyordum artık ama içim rahattı. Sanki tam olmam gereken yerdeydim. Yine de tırsmıştım. İçeride bir sürü adam kulaklarından boğazlarına giren ince bir hortumla bilgisayarlarına bakıyorlar ve hiç hareket etmiyorlardı. Ekranlardan mavi çizgiler akıyor ama ne bir harf ne bir rakam beliriyordu. Tam bunlara anlam vermeye çalışırken sağ yanımda büyükçe bir cam fanusun içine yatırılmış bir bebek gördüm. Naptınız lan siz dedim. Sakin ol durumu gayet iyi sadece uyuyor o da deneyin bir parçası dedi siyahlı adam. Yaptıklarının yasal olup olmadığını öğrenmeye çalışıyordum ki bu sırada ağzımdan polis lafı çıktı. O an bütün hortumlu adamlar bana baktı. Ekranlarındaki mavi çizgiler bir uçağın uçarken arkasında bıraktığı izler gibi silinmeye başladı. Siyahlı adamsa bugüne kadar hiç görmediğim bir şekilde buharlaşmaya başladı. Bütün hortumlu adamlar bana doğru yaklaşırken bebeğin fanusuna yöneldim. Yaklaşmayın yoksa onu çıkartırım dedim. Durdular. Bir kaç saniye sonra onlarda buharlaşmaya başladılar. Her biri buharlaşırken etraf daha da puslu bir hale geliyor bu insan parçaçıklarından oluşan duman önümü görmemi engelliyordu. Son bir hamleyle bebeği fanusuyla beraber aldım ve yaslanabileceğim bir duvar bulabilmenin amacıyla geri geri arka tarafa doğru ilerlemeye başladım. Tam arkamı yaslandımki elektrikler kesildi. yaklaşık 10 sn. lik bir kararmanın ardından bütün ışıklar tek tek yanmaya başladı. Her yanan ışıkta bir kez daha gözlerime inanamadım. Gördüğüm şey tam olarak...

Bu bir veda değildi

Boğazımın düğüm düğüm olduğu anlardan nefret ediyorum. Yine o anlardan biri...
Biliyorum bu bir veda değil ayrılık falan değil. Ama bu sahnede hep aynı şeyler hissediliyor işte:(
Ne yapıcağını, ne diyeceğini bilememek , yalandan gülmek , gözlerin buğulaşını gizli gizli izlemek :( oooff.
Güle güle e.cik herşey gönlünce olsun canım.
seni seviyoruz...

29 Ağustos 2012 Çarşamba

...ve hayat

Evet, gerçekten ve hayat... Birini sevmek, iyi vakit geçirmek... Hatta yanında rahatça ağlayabilmek, sürekli "haklısın." ile biten cümleler kurabilmek...

Yazmak istediğim bir sürü şey olmasına rağmen yazamamak da cabası üstelik... Çünki aslında bazen kelimelerin çok da önemi yok, daha doğrusu önemli olsa da o kelimeler anlatmaya yetmeyebilir bazı şeyleri... Ailelerimizden daha fazla birbirimizi görüyoruz biz! Anlaşmak, anlaşabilmek değil bahsettiğim... "Dost olabilmek" çoğu zaman... Dinleyip, anlayabilmek... Hatta ve hatta kurulacak cümlenin devamını getirebilmek...

Hayatındaki herşey istediğin gibi olsun, emin ol öyle olduğunda senden bile daha fazla mutlu olurum ben ziggy'im benim!

Sedat'ından kocaman öpücükler!

merlinin sakalına

Bu sabah servise giderken bu şiir aklıma geldi . Giden olduğun için sen geldin aklıma. senin için. unutma bizi..
bu şiiri nevzat çelik hapisteyken tahliye olan bir arkadaşı için yazmış. 

Sen giderken 
Parmaklıklara gömerek alnımı baktım da 
Ömrünce taşıyacağın bir çift göz bıraktım sırtına 
Yaşartma onları ( delikanlım)

Ben de cam kapının ardından bakacağım gidişine. 
her zaman ki gibi yapalım "yarın görüşürüz"


gitmek..

"gitmek, mümkün mü artık gitmek
onca yollardan sonra yeniden yollara düşmek.."

mümkün mü göreceğiz ama; önümde koskoca bir yol var şu an.. giden olmak ne kadar kötü bir şey.. hele ki seve seve gözün arkada kala kala gitmek..

bugün bizimasadaki son günüm.. içimdeki burukluğu kelimelere dökmem mümkün değil. her zaman yaptığım gibi gülüşlerimin arkasına saklansam da içim kan ağlıyor burdan ayrılmaya karar verdiğimden beri.

her gün, günde dokuz saat görmeye alıştığım "dostlarım" var benim bu masada. hayatımdaki en ufak değişikliği bile işe gitsem de paylaşsam dediğim güzel insanlar. ama gelin görün ki yine o kahrolası veda vakti. vedalardan hiçbir zaman hoşlanmamışımdır zaten; hele ki gidensem..

kalbim küt küt çarpıyor, diyorum ya önümde yepyeni upuzun bir yol var ve bir maceraya atılıyor gibi hissediyorum kendimi. yeni bir çevre, yeni insanlar, yeni başarılar, yeni hayal kırıklıkları, yeni kavgalar, yeni kahkahalar, yeni gözyaşları.. yeni hep korkutmaz mı zaten? ama hedefler bazen önüne geçer sevdiklerinin. ben de sevdiklerimi bu masada bırakarak hedeflerime koşuyorum. ama biliyorum; bizdeki gönül bağı kopmaz hiç. paylaşılacaklar tükenmez. ne zaman bir araya gelsek "ee nerde kalmıştık" denir, kopulmaz..

bazen işe sadece gülmeye geliyorduk biz, sadece muhabbet etmeye, hayatımızdaki sıkıntılardan sıyrılmaya, hayallerimizi paylaşmaya, üzüntülerimizi dökmeye, bazense sadece birbirimizi görmeye! gerçekten böyle günleri var bu masanın, sırf "yanında olursam iyi olur" düşüncesiyle işe gidemeyecek haldeyken sürüne sürüne masaya gelindiği günler.. bunu okuyanlar anlar mı? bence mümkün değil.. iş arkadaşlıkları yapaydır çünkü sizlere göre. siz iş hayatında bir maske takar, evlerinize gidince çıkarırsınız maskelerinizi. bizse maskeye hiç ihtiyaç duymayan yedi kadın (altıydık, yedi olduk, altı olacaklar..) burada hayatlarımızı paylaştık. günbegün büyüdü samimiyetimiz, sevgimiz, paylaşımlarımız. bunu maskeli baloya gelenler anlayamaz, şeffaflar anlar ancak. bizim yakaladığımız bu özel güzel hislerin yaratacağı boşluğu bir tek hissedebilenler anlar..

buraya ilk geldiğim günü hatırlıyorum.. ilk işim, ilk heyecanım. ve bir sene sonra buradan nasıl çıktığımı görüyorum, her yazımda vurguladığım gibi; bana kattıklarınız için minnettarım size bebeklerim.

daha bir sürü cheesecake partisi vereceğiz, tiyatrolara gideceğiz, modada sahilde içeceğiz, taksimde fal baktıracağız, terkos eşeleyeceğiz; her gün bu masada size kedi çüklerimi gösteremeyeceğim belki ama; size söz haftada bir fotoğrafını yollayacağım. her ay kaç kilo olduğumu da söyleyeceğim. sigaraya tekrar başlayıp başlayıp bırakacağım. bıraktığım zamanlar da sizden otlanacağım. artık sizsiz master yodayla su aygırını seviştirip trololo şarkısını söyleyeceğim ve bunun videosunu çekemeyeceğim.. beyaz güvercin olmasa da siyah kargamla feyse foto koyacağım ve her adımınızı takip edip yorum yapacağım. lunch boxta fesleğen soslu tortellini dışında bir şey yemeyeceğim ve her gün düzenli olarak limonlu soda içeceğim.. hiçbir şey değişmeyecek! sizi hep ama hep çok seveceğim ve her daim görüşemesek de aklımda olduğunuzu, bizimasada olduğumu hep hissettireceğim!!
bu sefer size kedi çüklerimi değil, kalbimi sevgimi saygımı armağan ediyorum canlarım.
hepinizi çok ama çok seviyorum.

<merlininsakalinasokayim.com>

28 Ağustos 2012 Salı

Arkadaş

Panait ıstrati Arkadaş adlı kitabından alıntıdır; bana kalırsa okunması gereken güzel bir kitap. saf arkadaşlığı arkadaşça sevgiyi güzel bir dille anlatmaktadır. işte size bu kitaptan bir alıntı. bu masaya oturduğum her zaman bu kitap gelir aklıma. kendi adıma güzel dostluklar yakaladığımı düşündüğüm için ....

"Yeryüzünde, yalnızca , herkesin kendi hesabını ödediği meyhane dostluğundan başka dostluk yok mu yani ? İnsan alırken de verirken de , karşılıklı olarak aynı sevşnci duyamaz mı ? " Pekii neden acaba adamın birine , hiç tanımadığımız birine -hatta kimi zaman kafaca hiç uyuşmadığımız bir yabancıya tutuluruz- ? Neden onsuz yaşayamayacak kadar sevmeye başlarız bu insanı ? Gözlerine bakarsınız, sizinkilerin aynıdır ve Alev alev yanan yüzünü ellerinizin arasına alıp uzun uzun bağrınıza basmak istersiniz. Ve sevimli bir köpeğin kocaman patileri gibi masa üstünde yatan ellerine kimi zaman yanağınızı, kimi zaman ateş gibi yanan alnınızı dayamamak için kendinizi güç tutarsınız, çünkü sevginin bu türlüsü, yaşamın bütün fırtınalarına kafa tutan, Tanrı`nın hiçbir `kötülük` düşünmeden yarattığı yağla beslenen sönmez bir meşaledir." Aşktan bahseder gibi arkadaşlıktan bahsetmiş. Kimi aşkı aklına getirir kimi dostluğu artık aklınıza ne gelirse varın onun yerine okuyun. sevgiler pembe dinazor

24 Ağustos 2012 Cuma

Karik Karik

Şafak Türküsü

"ne garip duygu şu ölmek öptüğüm kızlar geliyor aklıma bir açıklaması vardır elbet giderken dar ağacına " demiş nevzat çelik ve ahmet kaya da bunu şarkılaştırmış. şafak türküsünü bilmeyeniniz yoktur sanırım ki. az önce şişeme su doldururken bu geçti içimden. aslında hiç depresif değilim zaman zaman bu şiirin belirli dörtlükleri gelir zihnimi kolaçan eder ve gider. bir de şu geldi aklıma damar arbesk olan ibrahim tatlıses in yeter ki sen ben affet sevgilim. zihnimde ibrahim tatlıses bu şarkıyı nağmeli nağmeli söyleyip duruyor. bu ne yaman çelişki değil mi ? bir yanda arabesk bir yanda özgün müzik . sanırım ben ruhunda çelişkileri barındıran obsesif komplisif biriyim. zaman zaman da prozac kullanıyorum zaten. s. ilk başlarda buna çok kızıyordu hatta ben 6 ay falan bu gerçeği herkesden sakladım ama sonra yağmurlu bir günde itiraf ettim. sonra s de kullanmak istedi ama ona izin vermedim. biliyomusunuz blog takipçilerim burada pek türkü dinleyen yok. nasıl bir duygudur bu yalnızlık bilemezsiniz. onlar aralarında sevdikleri şarkıları paylaşıyor ama benim sevdiğim türküleri paylaşacağım kimsem yok. son verirken şafak türküsünde beni etkileyen dizelerle son vereyim "geride masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem bağışla beni güzel annem oğul tadında bir türkü veremedim diye kızma bana elleri değsin istemedim gözleri değsin istemedim ağlayıp koklayacaktım belki bir ömür taşıyacaktım koynunda " yazan ; pembe dinazor

23 Ağustos 2012 Perşembe

Gizemli Hikayeler Serisi-3

Tam S.'ye seslenecekken omzumda bir el hissettim. Kafamı kaldırıp yukarı baktım. Bu hiç beklemediğim birisydi. Ayşe Hanım'dı. Benden kıbrıs için ödeme girmemi istiyordu. Ona şuan biraz işimin olduğunu birazdan gireceğimi söyleyip başımdan gönderdim.Bu sırada siyahlı adama bakmak istedim ama ortadan kaybolmuştu. Bütün bu olanlara anlam veremiyordum. Kızlar müzik dinlemeye devam ediyorlardı. Oturduğum yerden kalkıp önce asansörlerin olduğu kısma sonra ofisin arka tarafına yöneldim. O adamı gördüğüme emindim. Fakat nereye kaybolmuştu? Yoksa bütün bunlar bir rüya mıydı? Hayır hayır bir rüya değildi. Tam olarak ofisteydik ve sıradan bir gün yaşıyorduk. O sabah işe geç kalmış hatta bilgisayarımı evde unutmuş apartmanının merdivenlerinde farkedip geri dönmüştüm. Bütün bunlar yaşanmıştı. Biraz sakinleşip makinadan bir kahve almak istedim. Kahvemi bekleyip insanları incelerken garip tiz bir ses duydum. TİLAYLON.Arkama baktım.Kimse yoktu. Mert'e baktım. o değildi konuşan. Tanrı aşkına Tilaylon da neydi? Ne demekti? Masama dönüp internete girdim. Tilaylon yazdım ancak hiç bir sonuç çıkmadı. Bunları anlatmak için S.'ye seslendim. Şuan işi olduğunu ona iki dakika vermemi söyledi. Ama bilmiyordu ki iki dakika sonra çok geç olacaktı. Çünkü google'a tilaylon yazdığım an birilerinin, hem de çok ciddi birinin bilgisayarına bir tür sinyal gitmişti. Ama ben bunu henüz bilmiyordum. Sonra birden ekranımda herşey silinmeye başladı. Bütün klasörlerim dosyalarım teker teker siliniyordu. Ve ben hiç birşey yapamıyordum. Bütün herşey saniyeler içinde silindikten sonra ekranımda bir yazı çıktı. Bilgisayarımın ekranını kapattım. Ve ofisi terketmek üzere çantamı aldım. S. kulaklıklarını çıkarıp arkamdan bağırdı. Nereye gittiğimi sordu. Ona dedim ki...

19 Ağustos 2012 Pazar

KadıN ve ErKeK FaRkı

Kadın ve erkeklerin aynı durumlar karşısındaki farklı tepkilerini mizahi bir dille anlatan güzel bir animasyon film!

(Kare şekli erkeği, daire şekli kadını temsil ediyor)




'bayantavşan'

İyi Bayramlar

Herkesin Bayramını kutlar,
sevgilerimizi sunarız :)


14 Ağustos 2012 Salı

Gizemli Hikayeler Serisi-2

...yarı aydınlık yarı kapalı bir hava vardı. masa da çıt çıkmıyordu. kulaklığımdan hafif latin esintili bir müzik kulaklarıma doluyor alnımdaki damarının içinden geçen kanın çepherlere yaptığı basıncı  hissedebiliyordum. Gözlerimi yavaşça sol tarafıma çevirdim. U. çalışıyordu. Her zamanki gibi dik oturmuştu. bir zabıt katibi edasıyla parmaklarını klavyenin üstünde dans ettiriyor, kaşları çatık, ağzı hafif yamuk bir şeylerden sıkılmışcasına ekrana bakıyordu. O sırada hafif bana bakar gibi oldu.Bakışlarımı kaçırmaya fırsatım olmadan göz göze geldik. Kafamı keskin bir hareketle 90 derece  karşıya çevirdim.U.'nun beni ürküten bu bakışına ilk kez şahit oluyordum.

Karşıya bakmamla beraber daha önce hiç görmediğim bir siluetin kapıdan bize doğru ilerlediğini farkettim. Üzerinde siyah bir takım vardı. Sanki bizimasanın burası olduğunu biliyordu. Sanki tam da bizimasaya gelmek için yönlendirilmişti. Ayak seslerini duyuyordum. Yavaşlatılmış çekimde yürür gibi bir hali vardı.O sırada gök gürledi.Bu durum içimi sıktı. Tam S.'ye seslenecekken omzumda bir el hissettim. Kafamı kaldırıp...

Alyansı neden 4.parmağımıza takmalıyız?

Bunun, Çinliler'in anlattığı çok güzel ve inandırıcı bir açıklaması var...

Başparmak, anne-babanızı,
İşaret parmağı, kardeşlerinizi,
Orta parmak, sizi,
Dördüncü parmak (yani yüzük parmağı), hayat arkadaşınızı,
Ve serçe parmak, çocuklarınızı temsil eder.

İlk önce avuçlarınızı birbirine bakacak şekilde açın. Orta parmakları bükün ve sırt sırta birleştirin. Daha sonra kalan dört parmağınızı da şekildeki gibi açıp, uç uca getirin.


Şimdi, anne babanızı temsil eden başparmaklarınızı ayırmaya çalışın... Açılacaktır, çünkü anne babanız sizinle birlikte ömür boyu yaşamayacaktır. Er ya da geç onlardan ayrılmak zorundasınız.

Baş parmaklarınızı önceki gibi birleştirip, kardeşlerinizi temsil eden işaret parmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılacaktır, çünkü kardeşleriniz kendi ailelerini kurup, ayrı bir hayat seçer.

İşaret parmaklarınızı birleştirip, çocuklarınızı temsil eden serçe parmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılıcak, çünkü çocuklar da evlenir ve bir gün kendi hayatlarını kurar.

Son olarak serçe parmaklarınızı birleştirip, eşlerinizi temsil eden yüzük parmaklarınızı ayırmaya çalışın. Ayıramadığınızı görünce şaşıracaksınız. Çünkü karı-kocalar hayat boyu bir arada yaşarlar... İyi günde ve kötü günde...

13 Ağustos 2012 Pazartesi

"Merhaba" diyenden korkmayın :)

Hiç düşündünüz mü yada bilen var mı içinizde "merhaba" ne anlama geliyor diye?
Çok ilginç bir o  kadar da hoş ve sıcak bir anlamı varmış meğer.
"merhaba" aslında farsça kökenli olup  "benden  size zarar gelmez" anlamına  geliyormuş.
Çok hoş değil mi?
Bunu  öğrendikten sonra karşımdaki insana merhaba demek daha bir anlamlı oldu benim  için.
"Merhaba" çok istediğim haldeee... :)
'bayantavşan'

Can Dündar'dan Kadın Olmak

Fıkralarda bile yoktur, yarım hamile olmak.
Ama hayatta var.
Bu devirde kadın olmak, yarı hamile olmak gibi bir şey.
Aynı anda hem hamile olmak, hem olmamak, hem de olmak-olmamak
gibi yani...
Hem seksi ve erkeksi savaşçı Zeyna, hem de giyinip süslenip Ken'i
bekleyen Barbie Bebek olmak.
Hem erkeklerle aynı okullarda eşit sartlarda okumak, hatta daha
iyi olmak,
Hem de işe girebilmek için patronlara 30'una kadar evlenmeme,
çocuk yapmama sözü vermek.
Her sabah çocuklarının anası, sevdiğinin kadını olarak uyanmak.
Tüm dişi içgüdülerinle aynada hoş birini görene kadar çabalamak.
Ve ardından ekmeğin peşine düşmek.
Erkek gibi çalışmak.
İşinde mantıklı , dışarıda duygusal olmak.
İşinde atik, yırtıcı, tuttuğunu
koparan,
Evinde narin, hassas, şefkatli olmak.
Güzellik bir yere kadar deyip, o bir yere bir türlü varamamak.
Hiç bitmeyen güzel, bakımlı, ince, genç kalabilme çabaları vermek.
Kozmetiklere, estetik müdahalelere servet yatırmak.
Nice okullar, üniversiteler okumak.
Masterlar, doktoralar yapmak.
Ama hayatın anlamını ille de bir erkekte bulmak.
Hem saygıdeğer eş, muhteşem ev sahibi, başarılı iş kadını olmak...
Çok ciddi toplantılar, büyük pazarlıklar yapmak.
Bunları yaparken giydigin ciddi pantolon takımlarin altına , seksi
jartiyer giymeyi unutmamak.
Ah senin icin ne taklalar atan bu adamların, senin namusunu
korumak için seferber olup kurallar koymasına gülmek.
Bu devirde kadın olmak....
Ardı ardına değişimler geçirmek.
Bitmek tükenmek bilmeyen şizofreniler yaşamak.
Bu devirde
kadın olmak.
Dedim ya...
Yarı hamile olmak gibi birşey.
Aynı anda hem hamile olmak, hem olmamak, hem de olmak-olmamak
gibi....

Can Dündar

Rendımım geldi.

Bugün Atatürk'ün doğum günü. Birazdan arkamızdan fonda marş, elinde bayrakla geçeceğini düşünüyor, hep bu anı bekliyoruz masaca içten içe.

Evet Atatürk bizim ofiste bir adamın lakabı. Ama bu lakap, bizde şunu sorgulattı:
"Mustafa Kemal Atatürk'ün asıl doğum günü ve burcu ne?"

Çoğunlukla aslan ya da oğlak olacağı konusunda fikirler yürütüldü tabii. Bir aslan olarak gururlandım. Ama 19 mayıs olarak kabul ediyoruz ya biz şimdi; o zaman boğa olurdu. Ve kesin bir çocuğu olurdu. Boğalar yatakta baya iyiymiş zaar. Ama bence Atatürk'ün şu hayatta yaptığı en mantıklı şeylerden birisi de çocuk yapmamak. Takdir ediyorum ve Atamla bir kez daha gurur duyuyorum.

Biraz da gündeme değinirsek, dün PKKlılar, CHP'den bir millet vekilini kaçırdılar. Çok üzüldük. AKP'den bile üzülenler olmuş. Hatta demiş ki adı lazım olmayan biri "Hayata aynı pencereden bakmıyoruz ama üzgünüz." Valla yapılacak en doğru yorumu yapmış. Biz de hayata aynı pencereden bakmıyoruz ama AKPli engin görüşlü millet vekilimize katıldık tabi. Hatta hala katılıyoruz gülmekten, yorumuna sokayım!

Hey neyse biz bugün buraya biraz gülmeye geldik. Ve fondöten kullanıyoruz, çok mu belli oluyor?
merlinin sakalından sevgiler.

3 Ağustos 2012 Cuma


Evet, başlıkta 7 farklı kadın 7 farklı renk dedik ama genel olarak baktığımızda o kadar benzer ki kaygılarımız, üzüntülerimiz, sevinçlerimiz... Herkes kadar, herkes gibi.

Aslında düşündüğümde şimdi ne kadar tuhaf... Yıllarca bir şeyler için çabaladık durduk, o sınavdan bu sınava koşturduk.

İstediklerimiz, bizden istenilen, hatta çoğu zaman beklenenler vardı. Ne istediğimizi bilemiyor da olabilirdik ki ben hala öyleyim aslında. Zor çünkü ben buyum diyebilmek, kendini tanımak.

Ne istediğini değil de ne istemediğini biliyor insan bence çoğu zaman ama istemediklerimizi çıkardığımızda da aslında tam da istediklerimiz olmuyor elimizde kalanlar, tuhaf denklemler bunlar hep...

Öyle işte, bu da böyle bi anımdı!...

2 Ağustos 2012 Perşembe

Kendimi merak ediyorum


'bayantavşan'

Anne adayı M'den çocuklarıma Cevizli kurabiye tarifi



Malzemeler
 3 su bardağı un
 2 yumurta
 200 gr margarin
 1 çay bardağı şeker (pudra şekeri kullandım)
 1-2 yemek kaşığı yoğurt
 yarım çay kaşığından da az kabartma tozu
 bir tutam` tuz
 1 paket vanilya

 İçine;
 kakaolu fındık kreması (nutella, çokokrem, vb.)
 ceviz ya da fındık

Ceviz Kurabiye Yapılışı

Hamur için verilen malzemeler karıştırılıp yoğrulur ve en az yarım saat buzdolabında bekletilir. Ceviz kurabiye kalıbı ocağa konularak ısıtılır.
Sonra hamurdan fındıktan biraz büyük parçalar kopartılarak ceviz kurabiye kalıbının boşluklarına yerleştirilir. Aletin üst kapağını kapatıyoruz. Bu zaman hamur aletin boşluğunun şeklini alıyor. Kurabiye kalıbı kapalı halde ocağın üzerine yerleştirilir. Kısık ateşte ve kontrollü şekilde kurabiyelerin rengi dönünceye kadar altlı-üstlü çevrilerek pişirilir. Bütün hamur bitinceye kadar işleme devam edilir. Kurabiyelerin boş kısımlarına istenilen bir krema doldurulup iki kurabiye birleştirilerek bütün ceviz şekli verilir.
Bunca detaylı anlatımımdan sonra hala düzgün bir ceviz elde edememişseniz,kusura bakmayın ama o da sizin iş bilmemezlik ve beceriksizliğiniz.....Afiyet olsun.

Bizler küçücükten böyle eğlenirdik

küçücüktük ufacıktık bu şarkıyla eğlenirdik

okayi yamasika kombambaaaa kombambaaaaa  :)

bu sabah 8:15 vapurunda, onu gördüm karşımda
dizlerimi titretti, aşık oldum galiba
yakışıklı babam gibi, aşık oldum anam gibi
nerden çıktı bu adam, beyaz atlı prens gibi

ah bir baksa uzunları yaksa bana demir atsa
dillere destan olsa bu sevda, aşık oldum galiba
ah bir baksa uzunları yaksa bana demir atsa
dillere dolansa destan olsa bu sevda


Bu arada bı şarkının sözlerini az önce copy paste yapmadan önce,
koyu işaretli kısmı,
"ah bir baksa kuzuları yaksa"  diye bilirdim. :)
ahh ahh 25 yaşına gelmişim hala çocukken yoncamixin ağzından çıktığı gibi aklımda kalmış :)
benim için hep "kuzularrrr" olarak kalıcam orası ayyrıı ;)
hiç düşünmemişmiyim acaba " adam kuzuları neden yaksın ki kuzuları yakıp bana demir atması ne alaka kii "
hadi bunları küçükken düşenemem normal ama ya şimdi !!!
hala mı küçüğüm ben yoksaaa....!
'bayantavşan'

Yurdumdan Haberler


iğrenç Haberler;
ya biz gerçekten garip bir milletiz. bir yandan "değerlerimiz" olduğunu her yerde söylerken diğer yandan o çok övündüğümüz "değerlerimiz" sayesinde gazetelerin 3. sayfa haberleri dolup taşıyor. Aşağıda iğrenç bir örnek daha okuyabilirsiniz. ya da komedi programlarına bakın , fox tv de ismail baki diye bir adama denk geldik dün zap yaparken flash tv de yalçın çakır var ya onun tiplemesini yapmış. "Komedi" yapmak için adamın öğlen kuşağında acitasyon olsun diye yayınlanan programın aynısını oyuncularla yapıyor. İşte böyle bir milletiz biz öğlen ağladığımız sinirlendiğimiz olaylara , akşam gülüyoruz. komedyenlerin de işi rahat öğlen kuşagı programlarını biraz taklit yeteneği ile süsleyip insanların acılarından nemalanıyorlar. Biz de gülüyoruz.

"Mersin'in Silifke İlçesinde kamyon şoförü olarak çalışan Mehmet B. (35) akşam evine döndüğünde, eşi Nazlı B.'nin (27) kapıyı geç açmasından şüphelendi.

Evi aramaya başlayan Mehmet B., evin tuvaletine gizlenmiş olan Abdurrahman Özkan'ı (26) yakaladı.

Eşi Nazlı ve Abdurrahman Özkan'ı mutfaktan aldığı bıçakla öldüren Mehmet B. polisler tarafından yakalanarak göz altına alındı.

Mehmet B.'nin cinayeti 2 yaşındaki oğlu A. U. ve 8 yaşındaki kızı T. Y.'in gözleri önünde işlediği bildirilirken, Nazlı B.'nin ve Abdurrahman Özkan'ın bir süredir ilişkilerinin olduğu öne sürülürken, Mehmet Baş'ın ise bu ilişkiden şüphelendiği öğrenildi."


Karik


sabah sabah nerden çıktı bu kark

ikiagustosunönemi

Herkese Günaydın!

Bugün özel bir gün: İş hayatımın ilk senesini bugün itibariyle tamamlamış bulunuyorum. Haliyle ilk iş arkadaşım, canım, çizmeli kedim, koca gözlüm, ara ara çıldıranım, biricik M. ile de yıldönümümüz. Nice nice seneler yanımda olmasını dileyerek hislerimi dökmek istiyorum.

Bu çatıda ne kadar çok şey öğrendim hayata dair.. İş bağlamında değil, insan ilişkileri konusunda.. Dışarda tanışsam belki ikinci kez göremeyeceğim kadar farklı olduğum iş arkadaşlarımla, iş paylaşımı dışında hayatı paylaşarak zamanla dost olduğumuzu görmek inanılmaz bir his. Belki beni son bir senede çocukluğumdan bir nebze de olsa sıyırıp olgunlaştıran asıl şey paylaşımlarımızın egosuzluğu, dürüstlüğü, samimiyeti. Bana bu hissi yaşatan tüm masa sakinlerine sonsuz sevgi, saygı duyuyorum.

Hayatım boyunca kendimle yüzleşmediğimi farkettim buraya adımımı atar atmaz. Kendimi gerçekten tanımadığımı, yaşamak için yaşadığımı, amacım olmadığını, çok geniş sandığım perspektifimin ne kadar dar olduğunu anladım. Bunun için düzenli olarak yaptığım aktivitelerden sıyrılıp kendi kabuğuma çekilmem gerekti. Üç ay boyunca içkiye-sigaraya-dışarda yemeye-gece dışarı çıkmaya kısacası "beni ben yaptığını sandığım şeyler"e ara verdim. Kendi paramı kazanıp kendi evimde kendi imkanlarımla yaşayarak bireyliğimin, isteklerimin, hedeflerimin ve -belki de en önemlisi- karakterimin farkına vardım.

Bu süre zarfında çok zorlandım, çok bocaladım, ağlayamadım bile! Ta ki bu çatı altında aldığım tehditlerden bıkıp kendimi en dipte hissettiğimde, dayanamayıp hıçkırıklara boğularak kendime gelmek için iki saat harcayana kadar.. Sanırım acımı yok saydığım, ağrılarımı ertelediğim ayların acısını tek günde çıkardım.. Müşahede odasına beni merak ettiği için, elimi tutup "yanındayım" demek için gelen iki isim, insanlara bakış açımı nasıl değiştirdiklerinden habersiz bana gülümsüyorlar hala.. Sevgili D. keşke bendeki yerinin özelliğini bilebilseydin (: Diğer kıvırcık, geyik, akıl hocam, kötü gün dostum olan E. ise şimdi çok uzaklarda.. Eşşek herif arasa da iki bira neyin içsek ama nerdee!

Son bir buçuk sene.. Kendimi bulduğum dönem.. Demek değil ki bu oldum, büyüdüm! Hayır.. Öğreniyorum hala, hala eğitiyorum kendimi. Ama bu masadaki S.'nin içten kahkahasının içime yaydığı sıcaklık, pendor köşe başı içmeleri dertleşmeleri olmasa; M.'nin en içimi bilmesi, ansiklopedik öğretileri ve paylaştığı jazz şarkıları olmasa; kıvırcık E.'yle random saçmalayışlarımız, düetlerimiz (zgy26 ft .kntosh), 9gag geyiklerimiz olmasa; A.'yla yaptığımız servis+metro sohbetleri olmasa; anne adayı M.'nin iş öğütleri, tecrübe paylaşımları ve üzerimdeki annelik denemeleri olmasa; D.'nin yaptığı hangi şeyi saysam bilemiyorum (bana teyzemi anımsattığı için yaptığı her şey çok anlamlı benim için ama sanırım D. denince aklıma gelen asıl şey karikleri ve karik zevklerimizin aynılığı, konuşmadan birbirimize bakarak gülebilişimiz eheh! NE İSTEDİĞİMİ BİLMİYORUM TAMAM MI?) işte tüm bunlar olmasa ben şimdi merlinin sakalı olamazdım. Bırak sakalı kılı, tüy bile olamazdım!

Beni sizler yarattınız falan demeyeceğim tabi, bokunu çıkarmanın alemi yok da.. İyi ki varsınız be bizimasanın değerli zatları! Hepiniz ayrı ayrı öyle kıymetlisiniz ki.. Şu bir senemi bu kadar anlamlı yaptığınız için size minnettarım.

Hep yanımda olun ki benliğim hiç eksilmesin..

<cokduygusalimbusabah@merlininsakali.com>


1 Ağustos 2012 Çarşamba

M.'nin İlk İş Günü

Sevgili okurlar,

Şimdi sizleri bundan tam bir sene öncesine, bizim masaya dahil olduğum ilk güne götürmek istiyorum.1 Ağustos 2011'e...

Mavi gömleğimi ve sonradan aldığım kilolar yüzünden düğmesi kapanmayacak olan lacivert pantolonumu giydim. Evden çıkıp metrobüse bindim ve iş kulelerine doğru yola çıktım. Orada E. Bey'i bulmam gerektiğini söylemişlerdi önceki gün. Kulelere geldiğimde beni her zaman geren turnike denen gıcık pis aksamdan geçip 5. kata çıktım. İçimde garip garip bişeyler vardı. Hem korkuyordum hem heycanlıydım hem de mutluydum. E. yi gördüğümde beni güzel karşılaşmıştı. Bir sandalye çekip yanına oturmamı söyledi. Benimle biraz konuştu. Rahatlamıştım. Kötü bir insana benzemiyordu. Bana kule servisiyle Güneşli'ye geçeceğimizi bizi orda proje ekibinin beklediğini söylemişti. Havadan sudan, projelerden, E.'nin iş geçmişinden konuştuk. İyidi.Güzeldi. Artık normale dönmüştüm.

Sonra onu gördüm. İşte ordaydı. Bize doğru yaklaşıyordu.Bu, kompleksi problemli başkalarına tahammülü olmayan bir kız parçasından başka birşey değildi. Bu L.'ydi. Kanlı canlı ete kemiğe bürünmüş bir kapris makinesiydi adeta ashdfhgdfs. Masasına geldiğinde E. beni tanıştırıp "Bak yeni arkadaşımız geldi L." dedi. L. ağzındaki sakızı yavaş çekimde cığk cığk çiğneyerek bana, bittin kızım sen nefret ediyorum senden gıcık oluyorum sana bakışını attı ve E.'ye dönüp dedi ki "Evet gördüm."

O an işte o an hayatın benim için artık kolay olmayacağını bu buz dağıyla çalışmak zorunda olduğumu anladım. Toz pembe dünyam birden kararmış, şimşekler çakmaya başlamış ve yağmur atıştırmıştı. Hayır bunlar içime akan göz yaşlarıydı sdfdsasdffdk.

Diğer ekip arkadaşları da geldikten sonra Güneşli'ye doğru yola çıktık. Buraya geldiğimizde yine onlardan vardı. Pis turnikelerden. Yine 5.Kata çıktık. Bizi bir masaya yerleştirdiler. Masanın sol tarafında bir takım kızcıklar vardı. Bana Merhaba dediler. Bunlar L.'ye göre çok daha insani ve sıcak kanlı görünüyorlardı. Hele bir tanesi servis konusunda bana yardımcı olarak gönlümde taht kurmuştu. Evet bu sendin D.sdgfadsjfgfkjelibon

Bizi bir toplantı salonuna aldılar. Komik tavırlar içerisinde olan bir adam sürekli telefonla konuşuyor tebrikleri kabul ediyor ehe mehe yapıyordu. Bir adet soğuk nevale vardı içlerinde projenin sorumlusu mu neymiş ki biz ona Dayı lakabını takacaktık. Bir kaç adam daha vardı bunlardan biri o sırada gözüme tam köylü gözükmüştü sonradan Angaralı olduğunu öğrendik. O zamanlar böyle asarım keserim hasar da benim IDIT de benim modunda değil yağız anadolu delikanlısı modundaydı.

Herşey tamam gibiydi ancak bir eksik daha vardı. Ekip arkadaşlarımızdan birisi işlerini yetiştirememiş ve ertesi gün bize katılacakmış. Söylediklerine göre bu bir kızmış. Umarım şu L. gibi değildir diye içimden geçirdim. Sanırım evren içimden geçirdiğimin çok daha fazlasını vermiş. Çünkü bu kızla sonradan fırtınalı bir ilişki yaşayacak ve birbirimizi çok sevecektik. Kader öyle bir örmüştü ki ağlarını annelerimizin isimleri bile aynıydı.

Ertesi gün o kız geldi. Biz toplantıdan çıktığımızda tam şuan oturduğu yerde korkmuş ürkmüş bir yavrucak gibi beklemekteydi. Onu gördüğümde yıkılmış paramparça olmuş dünyam tekrar toz pembe oluvermişti. Daha ilk günden kıkır kıkır fıkır fıkır olmuştuk. İşte E. ile arkadaşlığımız o gün başladı.

Bugünse 1. yıldönümümüzü kutluyoruz. Masanın solunda kalan bir takım kızcıklarla da sonradan hiç bir iş yerinde karşılaşamayacağınız bir yakınlık kurduk. Şimdi hepsini ayrı ayrı çok seviyorum.

31 Temmuz 2012 Salı

Bir Güne Veda

Sayın okuyucular;
Bir günün daha sonuna geldik
Bir başka sıkıcı günde görüşmek dileğiyle
Her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsa..
Arkası yarın...
16:25


pembe dinazor


Pembe dinazor
80 li yıllar...
TRT de radyoda bir radyo cıngılı eşliğinde tanıştım Pembe dinazorla. Nedendir bilinmez yıllar sonra birden aklıma geldi ve çalışma arkadaşlarıma aranızda bilen var mı diye sordum. Kimse duymamıştı o radyo cıngılını. Ne garipti,  bana hayal aleminin kapılarını açan bu program kimse tarafından bilinmiyordu. Çünkü çalışma arkadaşlarım benden küçüktü. Evet o benim bu yedi kişilik ekibin en yaşlı üyesi benim... Ondandır pembe dinazoru bilmem.
80 li yıllar benim çocukluğuma denk gelir tabi başı değil. başı bebekliğim (o kadar da yaşlı değilim ) , Ortası ve sonu çocukluğum)
Güzeldir ama o yıllara dair bişeyler hatırlamak.
Yokluk dönemidir 80 li yıllar , ülke askeri bir darbeden çıkmaya çalışmakta ve yorgundur. Anneler babalar geçim derdine o kadar düşmüşlerdir ki çocukların hangi branşa daha ilgili olduğunu bilmezler. Çünkü onlar da zaten cahil bir dönemin ara dönem çocuklarıdır, ara dönem anne babalarıdır.
O yıllarda oyun parkımız sokaklardır bizim. Sokakta oyun oynarken ekmek arası bişeyler yemek hep yasaktır o yıllarda çünkü belki başka bir arkadaşının bunu yapacak maddi durumu yoktur ve bu yüzden hala ızdırabını çekersin bir lokantada yemek yemenin.
O yıllarda ayrı odaları yoktur çocukların, tv li  odada yatılır bir yandan soba yanar . TRT de 32. Gün vardır. Şimdilerde hangi çocuk utanç duvarının yıkılmsına tanıklık etmiştir mehmet ali birand eşliğinde. Hangi çocuğun beyninde bir gazete küpürü yer etmiştir. Başrolde Erdal İnönü Vardır. Seçime gidilemek için hazırlık yapılan bir ülkede her zaman ki seçim söylemlerine ek bir limon sahnededir. İnönü Limonu sıkmakta Turgut Özalı da aynı bu limon gibi sandıkta sıkacağını söylemektedir. Sıkılan İnönü olmuştur. Özal değil.
Daha çok şey eklenebilir ama şimdilik bu kadar benden....
Haydi abbas vakit tamam
Akşam diyordun işte oldu akşam diye sözümüze son verelim . 

yazan ; pembe dinazor
saatler 3'ü göstermekteydi. küçük açit ekrana sıkılmış ve umutsuz gözlerle bakarken yüzünde bir gülümseme peyda oldu. Onu böyle gülümseten neydi? Bu bir mail miydi? Yoksa bir fotoğraf mı? Belki de trendyolda bir elbise görmüştü.

Minik S.'nin yine oturduğum yerden  yüzü gözükmüyordu.Anlaşılan yine telefondaydı...Birazdan saçlarından neredeyse nefret eden E. ile çılgın videolar izleyeceklerdi.Kahkalara boğulacak bir kaç dakika sonra sessiz sakin ekranlarına dönecek saatlerine bakacak bugünün biraz daha hızlı geçmesini dileyeceklerdi.

Bu sırada yorgun arkadaşım D. 150.000 TL ye kendine ev aramaktaydı. Site içinde olması önemliydi. İşte tam bu sırada bulduğu o güzel evi açitle paylaşmak istedi. Açit kendine gelen linke tıkladığında başlat çubuğunda sabahtan okunmak için açılmış, ancak kötü kalpli çirkin hain acımasız Dayı'nın toplantısı yüzünden unutulmuş ve okunmamış magazin haberini gördü. Bunu gören açitin yüzünde bir gülümseme belirdi. İşte Açit buna gülümsemişti.

En yakın arkadaşım N. ise yine ekranıma bakma çabası içerisindeydi. Benim ajan olduğuma dair saçma düşünceler silsilesi onu geceleri uyutmuyor kabusu oluyor her sabah yerime oturduğumda bana su içmek isteyip istemediğimi soruyordu. Sanırım ip uçları peşindeydi.

Bütün bunlar olurken anne arkadaşım M. bebeğinin küçük kıpırtısını hissetti. Sonra o da D. gibi ev bakmaya başladı. Ev bakarken aklına akşam yemeğinde ne yapacağı geldi. Ev bakmaktan vazgeçip Ömer usta'nın sitesine girmek istedi. Tam bunu yapacakken E.'nin sesiyle irkildi. "M. cevap vereyim mi?"

Saatler 15:18'i gösterdiğinde hayatın ne kadar anlamsız olduğunu anlamış bulunuyordum. Dakikalardır yazıyordum ancak sadece 18 dakika geçirebilmiştim.


 


İnsanın kafatasını parçalamak için 255 kilo gerekir ancak duygular çok daha kırılgandır.

La Fille Sur Le Pont - Girl On The Bridge

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Günün özlü sözü

bokunda boncuk bulanın götü dara düşmezmiş..

<merlininsakalı>
Herkese selamlar,

Bu sözleri hatırlayanınız var mı???

"Ben insanları arabanın camına vuran yağmur damlalarına benzetiyorum. Bazen bir damla aşağı doğru kayarken başka bir damlaya karışıp güçlenerek daha hızlı ilerler. Ben de sana karıştım aşkım. İnsanlar acımasız, savurgan, hiçbir şeyin sonu gelmeyecekmiş gibi davranıyorlar. Bir gün şöförün camı açabileceğini hiç düşünmüyorlar..."

'bayantavşan'

26 Temmuz 2012 Perşembe

Bu hafta dilinize dolanacak alternatif şarkı

Hai.

Alttaki yazıda bulunan şarkıya alternatif olarak başka bir şarkı daha önerebiliriz.

Çocuğa bakar anne,
Evine tapar anne,
Gece gündüz çalışır,
Yarını yapar anne.

Günün Şarkısı

Smelly Cat, Smelly Cat
What are they feeding you?
Smelly Cat, Smelly Cat
It's not your fault

Bütün bir hafta boyunca dilinizden düşmemesi dileğiyle.......

bizimasa nasıl hayat buldu?

blogun fikir babası olarak sizlere bizimasa'nın 5 dakika içinde nasıl hayat bulduğunu anlatmak istiyorum.İçinin sizi dışının bizi yaktığı sıcak ve bunaltıcı, biraz da bitli pireli bir perşembe gününde her zaman ki gibi mesaiyi bitirmeye çalışıyorduk. sonra dedim ki neden eğlencemizi hüznümüzü karikatlarımızı paylaştığımız bir blog yok? bunu sesli olarak söylememle birlikte araştırmacı gazeteci kişilik açit blogumuzun temellerini atmak üzere araştırmalara başlamıştı. 10 dakika sonra artık bizim masanın da  bir blogu vardı ve çılgınlar gibi entry girmeye başladık adsfhfdadsf.

Artık burası bu küçük kadınların hayatın dehlizlerinde kendi yollarını bulacağı, sonsuzluğa akacakları bir günlük olacaktı...

saygılar efenim.kalpkalpkalp
merhaba  sevgili takipçilerim . bugün sizlere çok faydalı bilgiler vereceğim. hemen hemen hepimizin sorunu horlamak şimdi bunu engellemke için tarif vereceğim gerçi denemedim .
 Horlamaya bitkisel çözümler ve formüller: Keten tohumunu bal ile karıştırarak tüketmeniz, horlamanızı en az seviyelere indirecektir. Bununla birlikte aç ya da tok karnını olmanız hiç önemli değildir, bu ikiliyi hiç aksatmadan yerseniz horlama gibi bir sorununuz kalmaz.
Merhabalar;

Çok istediğim halde blogumuza ilk yazan ben olamadım..

Güneş doğmayan güneşliden sevgiler bebekler!

Bugün dün olduğuna göre elbet yarın bugün olacak

bugün günlerden perşembe ama sanki salı.
yarın ise cuma ama sanki pazartesi.
geçmiyor günler geçmiyor.