31 Ağustos 2012 Cuma

gizemli hikayeler serisi-4

Ve ofisi terketmek üzere çantamı aldım. S. kulaklıklarını çıkarıp arkamdan bağırdı. Nereye gittiğimi sordu. Ona dedim ki; keşke kulaklıklarını daha erken çıkarıp beni dinleyebilseydin! Kapıdan çıktığımda siyahlı adam beni bekliyordu. Asansörlere yönelecekken beni durdurdu. Hayır oradan değil beni takip et dedi. Onunla hiç kullanılmayan ve nereye çıktığını bugüne kadar hiç bilmediğimiz kapıya geldik. Evet o kapı. Mutfağın ordaki değil diğeri. Elini kapının 10 cm uzağında gezdirip bir takım garip işaretler yaptı. Kapının açılmasına gerek kalmadan içerideydik. Tanrımmmmm dedim. Korkudan titriyordum artık ama içim rahattı. Sanki tam olmam gereken yerdeydim. Yine de tırsmıştım. İçeride bir sürü adam kulaklarından boğazlarına giren ince bir hortumla bilgisayarlarına bakıyorlar ve hiç hareket etmiyorlardı. Ekranlardan mavi çizgiler akıyor ama ne bir harf ne bir rakam beliriyordu. Tam bunlara anlam vermeye çalışırken sağ yanımda büyükçe bir cam fanusun içine yatırılmış bir bebek gördüm. Naptınız lan siz dedim. Sakin ol durumu gayet iyi sadece uyuyor o da deneyin bir parçası dedi siyahlı adam. Yaptıklarının yasal olup olmadığını öğrenmeye çalışıyordum ki bu sırada ağzımdan polis lafı çıktı. O an bütün hortumlu adamlar bana baktı. Ekranlarındaki mavi çizgiler bir uçağın uçarken arkasında bıraktığı izler gibi silinmeye başladı. Siyahlı adamsa bugüne kadar hiç görmediğim bir şekilde buharlaşmaya başladı. Bütün hortumlu adamlar bana doğru yaklaşırken bebeğin fanusuna yöneldim. Yaklaşmayın yoksa onu çıkartırım dedim. Durdular. Bir kaç saniye sonra onlarda buharlaşmaya başladılar. Her biri buharlaşırken etraf daha da puslu bir hale geliyor bu insan parçaçıklarından oluşan duman önümü görmemi engelliyordu. Son bir hamleyle bebeği fanusuyla beraber aldım ve yaslanabileceğim bir duvar bulabilmenin amacıyla geri geri arka tarafa doğru ilerlemeye başladım. Tam arkamı yaslandımki elektrikler kesildi. yaklaşık 10 sn. lik bir kararmanın ardından bütün ışıklar tek tek yanmaya başladı. Her yanan ışıkta bir kez daha gözlerime inanamadım. Gördüğüm şey tam olarak...

Bu bir veda değildi

Boğazımın düğüm düğüm olduğu anlardan nefret ediyorum. Yine o anlardan biri...
Biliyorum bu bir veda değil ayrılık falan değil. Ama bu sahnede hep aynı şeyler hissediliyor işte:(
Ne yapıcağını, ne diyeceğini bilememek , yalandan gülmek , gözlerin buğulaşını gizli gizli izlemek :( oooff.
Güle güle e.cik herşey gönlünce olsun canım.
seni seviyoruz...

29 Ağustos 2012 Çarşamba

...ve hayat

Evet, gerçekten ve hayat... Birini sevmek, iyi vakit geçirmek... Hatta yanında rahatça ağlayabilmek, sürekli "haklısın." ile biten cümleler kurabilmek...

Yazmak istediğim bir sürü şey olmasına rağmen yazamamak da cabası üstelik... Çünki aslında bazen kelimelerin çok da önemi yok, daha doğrusu önemli olsa da o kelimeler anlatmaya yetmeyebilir bazı şeyleri... Ailelerimizden daha fazla birbirimizi görüyoruz biz! Anlaşmak, anlaşabilmek değil bahsettiğim... "Dost olabilmek" çoğu zaman... Dinleyip, anlayabilmek... Hatta ve hatta kurulacak cümlenin devamını getirebilmek...

Hayatındaki herşey istediğin gibi olsun, emin ol öyle olduğunda senden bile daha fazla mutlu olurum ben ziggy'im benim!

Sedat'ından kocaman öpücükler!

merlinin sakalına

Bu sabah servise giderken bu şiir aklıma geldi . Giden olduğun için sen geldin aklıma. senin için. unutma bizi..
bu şiiri nevzat çelik hapisteyken tahliye olan bir arkadaşı için yazmış. 

Sen giderken 
Parmaklıklara gömerek alnımı baktım da 
Ömrünce taşıyacağın bir çift göz bıraktım sırtına 
Yaşartma onları ( delikanlım)

Ben de cam kapının ardından bakacağım gidişine. 
her zaman ki gibi yapalım "yarın görüşürüz"


gitmek..

"gitmek, mümkün mü artık gitmek
onca yollardan sonra yeniden yollara düşmek.."

mümkün mü göreceğiz ama; önümde koskoca bir yol var şu an.. giden olmak ne kadar kötü bir şey.. hele ki seve seve gözün arkada kala kala gitmek..

bugün bizimasadaki son günüm.. içimdeki burukluğu kelimelere dökmem mümkün değil. her zaman yaptığım gibi gülüşlerimin arkasına saklansam da içim kan ağlıyor burdan ayrılmaya karar verdiğimden beri.

her gün, günde dokuz saat görmeye alıştığım "dostlarım" var benim bu masada. hayatımdaki en ufak değişikliği bile işe gitsem de paylaşsam dediğim güzel insanlar. ama gelin görün ki yine o kahrolası veda vakti. vedalardan hiçbir zaman hoşlanmamışımdır zaten; hele ki gidensem..

kalbim küt küt çarpıyor, diyorum ya önümde yepyeni upuzun bir yol var ve bir maceraya atılıyor gibi hissediyorum kendimi. yeni bir çevre, yeni insanlar, yeni başarılar, yeni hayal kırıklıkları, yeni kavgalar, yeni kahkahalar, yeni gözyaşları.. yeni hep korkutmaz mı zaten? ama hedefler bazen önüne geçer sevdiklerinin. ben de sevdiklerimi bu masada bırakarak hedeflerime koşuyorum. ama biliyorum; bizdeki gönül bağı kopmaz hiç. paylaşılacaklar tükenmez. ne zaman bir araya gelsek "ee nerde kalmıştık" denir, kopulmaz..

bazen işe sadece gülmeye geliyorduk biz, sadece muhabbet etmeye, hayatımızdaki sıkıntılardan sıyrılmaya, hayallerimizi paylaşmaya, üzüntülerimizi dökmeye, bazense sadece birbirimizi görmeye! gerçekten böyle günleri var bu masanın, sırf "yanında olursam iyi olur" düşüncesiyle işe gidemeyecek haldeyken sürüne sürüne masaya gelindiği günler.. bunu okuyanlar anlar mı? bence mümkün değil.. iş arkadaşlıkları yapaydır çünkü sizlere göre. siz iş hayatında bir maske takar, evlerinize gidince çıkarırsınız maskelerinizi. bizse maskeye hiç ihtiyaç duymayan yedi kadın (altıydık, yedi olduk, altı olacaklar..) burada hayatlarımızı paylaştık. günbegün büyüdü samimiyetimiz, sevgimiz, paylaşımlarımız. bunu maskeli baloya gelenler anlayamaz, şeffaflar anlar ancak. bizim yakaladığımız bu özel güzel hislerin yaratacağı boşluğu bir tek hissedebilenler anlar..

buraya ilk geldiğim günü hatırlıyorum.. ilk işim, ilk heyecanım. ve bir sene sonra buradan nasıl çıktığımı görüyorum, her yazımda vurguladığım gibi; bana kattıklarınız için minnettarım size bebeklerim.

daha bir sürü cheesecake partisi vereceğiz, tiyatrolara gideceğiz, modada sahilde içeceğiz, taksimde fal baktıracağız, terkos eşeleyeceğiz; her gün bu masada size kedi çüklerimi gösteremeyeceğim belki ama; size söz haftada bir fotoğrafını yollayacağım. her ay kaç kilo olduğumu da söyleyeceğim. sigaraya tekrar başlayıp başlayıp bırakacağım. bıraktığım zamanlar da sizden otlanacağım. artık sizsiz master yodayla su aygırını seviştirip trololo şarkısını söyleyeceğim ve bunun videosunu çekemeyeceğim.. beyaz güvercin olmasa da siyah kargamla feyse foto koyacağım ve her adımınızı takip edip yorum yapacağım. lunch boxta fesleğen soslu tortellini dışında bir şey yemeyeceğim ve her gün düzenli olarak limonlu soda içeceğim.. hiçbir şey değişmeyecek! sizi hep ama hep çok seveceğim ve her daim görüşemesek de aklımda olduğunuzu, bizimasada olduğumu hep hissettireceğim!!
bu sefer size kedi çüklerimi değil, kalbimi sevgimi saygımı armağan ediyorum canlarım.
hepinizi çok ama çok seviyorum.

<merlininsakalinasokayim.com>

28 Ağustos 2012 Salı

Arkadaş

Panait ıstrati Arkadaş adlı kitabından alıntıdır; bana kalırsa okunması gereken güzel bir kitap. saf arkadaşlığı arkadaşça sevgiyi güzel bir dille anlatmaktadır. işte size bu kitaptan bir alıntı. bu masaya oturduğum her zaman bu kitap gelir aklıma. kendi adıma güzel dostluklar yakaladığımı düşündüğüm için ....

"Yeryüzünde, yalnızca , herkesin kendi hesabını ödediği meyhane dostluğundan başka dostluk yok mu yani ? İnsan alırken de verirken de , karşılıklı olarak aynı sevşnci duyamaz mı ? " Pekii neden acaba adamın birine , hiç tanımadığımız birine -hatta kimi zaman kafaca hiç uyuşmadığımız bir yabancıya tutuluruz- ? Neden onsuz yaşayamayacak kadar sevmeye başlarız bu insanı ? Gözlerine bakarsınız, sizinkilerin aynıdır ve Alev alev yanan yüzünü ellerinizin arasına alıp uzun uzun bağrınıza basmak istersiniz. Ve sevimli bir köpeğin kocaman patileri gibi masa üstünde yatan ellerine kimi zaman yanağınızı, kimi zaman ateş gibi yanan alnınızı dayamamak için kendinizi güç tutarsınız, çünkü sevginin bu türlüsü, yaşamın bütün fırtınalarına kafa tutan, Tanrı`nın hiçbir `kötülük` düşünmeden yarattığı yağla beslenen sönmez bir meşaledir." Aşktan bahseder gibi arkadaşlıktan bahsetmiş. Kimi aşkı aklına getirir kimi dostluğu artık aklınıza ne gelirse varın onun yerine okuyun. sevgiler pembe dinazor

24 Ağustos 2012 Cuma

Karik Karik

Şafak Türküsü

"ne garip duygu şu ölmek öptüğüm kızlar geliyor aklıma bir açıklaması vardır elbet giderken dar ağacına " demiş nevzat çelik ve ahmet kaya da bunu şarkılaştırmış. şafak türküsünü bilmeyeniniz yoktur sanırım ki. az önce şişeme su doldururken bu geçti içimden. aslında hiç depresif değilim zaman zaman bu şiirin belirli dörtlükleri gelir zihnimi kolaçan eder ve gider. bir de şu geldi aklıma damar arbesk olan ibrahim tatlıses in yeter ki sen ben affet sevgilim. zihnimde ibrahim tatlıses bu şarkıyı nağmeli nağmeli söyleyip duruyor. bu ne yaman çelişki değil mi ? bir yanda arabesk bir yanda özgün müzik . sanırım ben ruhunda çelişkileri barındıran obsesif komplisif biriyim. zaman zaman da prozac kullanıyorum zaten. s. ilk başlarda buna çok kızıyordu hatta ben 6 ay falan bu gerçeği herkesden sakladım ama sonra yağmurlu bir günde itiraf ettim. sonra s de kullanmak istedi ama ona izin vermedim. biliyomusunuz blog takipçilerim burada pek türkü dinleyen yok. nasıl bir duygudur bu yalnızlık bilemezsiniz. onlar aralarında sevdikleri şarkıları paylaşıyor ama benim sevdiğim türküleri paylaşacağım kimsem yok. son verirken şafak türküsünde beni etkileyen dizelerle son vereyim "geride masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem bağışla beni güzel annem oğul tadında bir türkü veremedim diye kızma bana elleri değsin istemedim gözleri değsin istemedim ağlayıp koklayacaktım belki bir ömür taşıyacaktım koynunda " yazan ; pembe dinazor

23 Ağustos 2012 Perşembe

Gizemli Hikayeler Serisi-3

Tam S.'ye seslenecekken omzumda bir el hissettim. Kafamı kaldırıp yukarı baktım. Bu hiç beklemediğim birisydi. Ayşe Hanım'dı. Benden kıbrıs için ödeme girmemi istiyordu. Ona şuan biraz işimin olduğunu birazdan gireceğimi söyleyip başımdan gönderdim.Bu sırada siyahlı adama bakmak istedim ama ortadan kaybolmuştu. Bütün bu olanlara anlam veremiyordum. Kızlar müzik dinlemeye devam ediyorlardı. Oturduğum yerden kalkıp önce asansörlerin olduğu kısma sonra ofisin arka tarafına yöneldim. O adamı gördüğüme emindim. Fakat nereye kaybolmuştu? Yoksa bütün bunlar bir rüya mıydı? Hayır hayır bir rüya değildi. Tam olarak ofisteydik ve sıradan bir gün yaşıyorduk. O sabah işe geç kalmış hatta bilgisayarımı evde unutmuş apartmanının merdivenlerinde farkedip geri dönmüştüm. Bütün bunlar yaşanmıştı. Biraz sakinleşip makinadan bir kahve almak istedim. Kahvemi bekleyip insanları incelerken garip tiz bir ses duydum. TİLAYLON.Arkama baktım.Kimse yoktu. Mert'e baktım. o değildi konuşan. Tanrı aşkına Tilaylon da neydi? Ne demekti? Masama dönüp internete girdim. Tilaylon yazdım ancak hiç bir sonuç çıkmadı. Bunları anlatmak için S.'ye seslendim. Şuan işi olduğunu ona iki dakika vermemi söyledi. Ama bilmiyordu ki iki dakika sonra çok geç olacaktı. Çünkü google'a tilaylon yazdığım an birilerinin, hem de çok ciddi birinin bilgisayarına bir tür sinyal gitmişti. Ama ben bunu henüz bilmiyordum. Sonra birden ekranımda herşey silinmeye başladı. Bütün klasörlerim dosyalarım teker teker siliniyordu. Ve ben hiç birşey yapamıyordum. Bütün herşey saniyeler içinde silindikten sonra ekranımda bir yazı çıktı. Bilgisayarımın ekranını kapattım. Ve ofisi terketmek üzere çantamı aldım. S. kulaklıklarını çıkarıp arkamdan bağırdı. Nereye gittiğimi sordu. Ona dedim ki...

19 Ağustos 2012 Pazar

KadıN ve ErKeK FaRkı

Kadın ve erkeklerin aynı durumlar karşısındaki farklı tepkilerini mizahi bir dille anlatan güzel bir animasyon film!

(Kare şekli erkeği, daire şekli kadını temsil ediyor)




'bayantavşan'

İyi Bayramlar

Herkesin Bayramını kutlar,
sevgilerimizi sunarız :)


14 Ağustos 2012 Salı

Gizemli Hikayeler Serisi-2

...yarı aydınlık yarı kapalı bir hava vardı. masa da çıt çıkmıyordu. kulaklığımdan hafif latin esintili bir müzik kulaklarıma doluyor alnımdaki damarının içinden geçen kanın çepherlere yaptığı basıncı  hissedebiliyordum. Gözlerimi yavaşça sol tarafıma çevirdim. U. çalışıyordu. Her zamanki gibi dik oturmuştu. bir zabıt katibi edasıyla parmaklarını klavyenin üstünde dans ettiriyor, kaşları çatık, ağzı hafif yamuk bir şeylerden sıkılmışcasına ekrana bakıyordu. O sırada hafif bana bakar gibi oldu.Bakışlarımı kaçırmaya fırsatım olmadan göz göze geldik. Kafamı keskin bir hareketle 90 derece  karşıya çevirdim.U.'nun beni ürküten bu bakışına ilk kez şahit oluyordum.

Karşıya bakmamla beraber daha önce hiç görmediğim bir siluetin kapıdan bize doğru ilerlediğini farkettim. Üzerinde siyah bir takım vardı. Sanki bizimasanın burası olduğunu biliyordu. Sanki tam da bizimasaya gelmek için yönlendirilmişti. Ayak seslerini duyuyordum. Yavaşlatılmış çekimde yürür gibi bir hali vardı.O sırada gök gürledi.Bu durum içimi sıktı. Tam S.'ye seslenecekken omzumda bir el hissettim. Kafamı kaldırıp...

Alyansı neden 4.parmağımıza takmalıyız?

Bunun, Çinliler'in anlattığı çok güzel ve inandırıcı bir açıklaması var...

Başparmak, anne-babanızı,
İşaret parmağı, kardeşlerinizi,
Orta parmak, sizi,
Dördüncü parmak (yani yüzük parmağı), hayat arkadaşınızı,
Ve serçe parmak, çocuklarınızı temsil eder.

İlk önce avuçlarınızı birbirine bakacak şekilde açın. Orta parmakları bükün ve sırt sırta birleştirin. Daha sonra kalan dört parmağınızı da şekildeki gibi açıp, uç uca getirin.


Şimdi, anne babanızı temsil eden başparmaklarınızı ayırmaya çalışın... Açılacaktır, çünkü anne babanız sizinle birlikte ömür boyu yaşamayacaktır. Er ya da geç onlardan ayrılmak zorundasınız.

Baş parmaklarınızı önceki gibi birleştirip, kardeşlerinizi temsil eden işaret parmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılacaktır, çünkü kardeşleriniz kendi ailelerini kurup, ayrı bir hayat seçer.

İşaret parmaklarınızı birleştirip, çocuklarınızı temsil eden serçe parmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılıcak, çünkü çocuklar da evlenir ve bir gün kendi hayatlarını kurar.

Son olarak serçe parmaklarınızı birleştirip, eşlerinizi temsil eden yüzük parmaklarınızı ayırmaya çalışın. Ayıramadığınızı görünce şaşıracaksınız. Çünkü karı-kocalar hayat boyu bir arada yaşarlar... İyi günde ve kötü günde...

13 Ağustos 2012 Pazartesi

"Merhaba" diyenden korkmayın :)

Hiç düşündünüz mü yada bilen var mı içinizde "merhaba" ne anlama geliyor diye?
Çok ilginç bir o  kadar da hoş ve sıcak bir anlamı varmış meğer.
"merhaba" aslında farsça kökenli olup  "benden  size zarar gelmez" anlamına  geliyormuş.
Çok hoş değil mi?
Bunu  öğrendikten sonra karşımdaki insana merhaba demek daha bir anlamlı oldu benim  için.
"Merhaba" çok istediğim haldeee... :)
'bayantavşan'

Can Dündar'dan Kadın Olmak

Fıkralarda bile yoktur, yarım hamile olmak.
Ama hayatta var.
Bu devirde kadın olmak, yarı hamile olmak gibi bir şey.
Aynı anda hem hamile olmak, hem olmamak, hem de olmak-olmamak
gibi yani...
Hem seksi ve erkeksi savaşçı Zeyna, hem de giyinip süslenip Ken'i
bekleyen Barbie Bebek olmak.
Hem erkeklerle aynı okullarda eşit sartlarda okumak, hatta daha
iyi olmak,
Hem de işe girebilmek için patronlara 30'una kadar evlenmeme,
çocuk yapmama sözü vermek.
Her sabah çocuklarının anası, sevdiğinin kadını olarak uyanmak.
Tüm dişi içgüdülerinle aynada hoş birini görene kadar çabalamak.
Ve ardından ekmeğin peşine düşmek.
Erkek gibi çalışmak.
İşinde mantıklı , dışarıda duygusal olmak.
İşinde atik, yırtıcı, tuttuğunu
koparan,
Evinde narin, hassas, şefkatli olmak.
Güzellik bir yere kadar deyip, o bir yere bir türlü varamamak.
Hiç bitmeyen güzel, bakımlı, ince, genç kalabilme çabaları vermek.
Kozmetiklere, estetik müdahalelere servet yatırmak.
Nice okullar, üniversiteler okumak.
Masterlar, doktoralar yapmak.
Ama hayatın anlamını ille de bir erkekte bulmak.
Hem saygıdeğer eş, muhteşem ev sahibi, başarılı iş kadını olmak...
Çok ciddi toplantılar, büyük pazarlıklar yapmak.
Bunları yaparken giydigin ciddi pantolon takımlarin altına , seksi
jartiyer giymeyi unutmamak.
Ah senin icin ne taklalar atan bu adamların, senin namusunu
korumak için seferber olup kurallar koymasına gülmek.
Bu devirde kadın olmak....
Ardı ardına değişimler geçirmek.
Bitmek tükenmek bilmeyen şizofreniler yaşamak.
Bu devirde
kadın olmak.
Dedim ya...
Yarı hamile olmak gibi birşey.
Aynı anda hem hamile olmak, hem olmamak, hem de olmak-olmamak
gibi....

Can Dündar

Rendımım geldi.

Bugün Atatürk'ün doğum günü. Birazdan arkamızdan fonda marş, elinde bayrakla geçeceğini düşünüyor, hep bu anı bekliyoruz masaca içten içe.

Evet Atatürk bizim ofiste bir adamın lakabı. Ama bu lakap, bizde şunu sorgulattı:
"Mustafa Kemal Atatürk'ün asıl doğum günü ve burcu ne?"

Çoğunlukla aslan ya da oğlak olacağı konusunda fikirler yürütüldü tabii. Bir aslan olarak gururlandım. Ama 19 mayıs olarak kabul ediyoruz ya biz şimdi; o zaman boğa olurdu. Ve kesin bir çocuğu olurdu. Boğalar yatakta baya iyiymiş zaar. Ama bence Atatürk'ün şu hayatta yaptığı en mantıklı şeylerden birisi de çocuk yapmamak. Takdir ediyorum ve Atamla bir kez daha gurur duyuyorum.

Biraz da gündeme değinirsek, dün PKKlılar, CHP'den bir millet vekilini kaçırdılar. Çok üzüldük. AKP'den bile üzülenler olmuş. Hatta demiş ki adı lazım olmayan biri "Hayata aynı pencereden bakmıyoruz ama üzgünüz." Valla yapılacak en doğru yorumu yapmış. Biz de hayata aynı pencereden bakmıyoruz ama AKPli engin görüşlü millet vekilimize katıldık tabi. Hatta hala katılıyoruz gülmekten, yorumuna sokayım!

Hey neyse biz bugün buraya biraz gülmeye geldik. Ve fondöten kullanıyoruz, çok mu belli oluyor?
merlinin sakalından sevgiler.

3 Ağustos 2012 Cuma


Evet, başlıkta 7 farklı kadın 7 farklı renk dedik ama genel olarak baktığımızda o kadar benzer ki kaygılarımız, üzüntülerimiz, sevinçlerimiz... Herkes kadar, herkes gibi.

Aslında düşündüğümde şimdi ne kadar tuhaf... Yıllarca bir şeyler için çabaladık durduk, o sınavdan bu sınava koşturduk.

İstediklerimiz, bizden istenilen, hatta çoğu zaman beklenenler vardı. Ne istediğimizi bilemiyor da olabilirdik ki ben hala öyleyim aslında. Zor çünkü ben buyum diyebilmek, kendini tanımak.

Ne istediğini değil de ne istemediğini biliyor insan bence çoğu zaman ama istemediklerimizi çıkardığımızda da aslında tam da istediklerimiz olmuyor elimizde kalanlar, tuhaf denklemler bunlar hep...

Öyle işte, bu da böyle bi anımdı!...

2 Ağustos 2012 Perşembe

Kendimi merak ediyorum


'bayantavşan'

Anne adayı M'den çocuklarıma Cevizli kurabiye tarifi



Malzemeler
 3 su bardağı un
 2 yumurta
 200 gr margarin
 1 çay bardağı şeker (pudra şekeri kullandım)
 1-2 yemek kaşığı yoğurt
 yarım çay kaşığından da az kabartma tozu
 bir tutam` tuz
 1 paket vanilya

 İçine;
 kakaolu fındık kreması (nutella, çokokrem, vb.)
 ceviz ya da fındık

Ceviz Kurabiye Yapılışı

Hamur için verilen malzemeler karıştırılıp yoğrulur ve en az yarım saat buzdolabında bekletilir. Ceviz kurabiye kalıbı ocağa konularak ısıtılır.
Sonra hamurdan fındıktan biraz büyük parçalar kopartılarak ceviz kurabiye kalıbının boşluklarına yerleştirilir. Aletin üst kapağını kapatıyoruz. Bu zaman hamur aletin boşluğunun şeklini alıyor. Kurabiye kalıbı kapalı halde ocağın üzerine yerleştirilir. Kısık ateşte ve kontrollü şekilde kurabiyelerin rengi dönünceye kadar altlı-üstlü çevrilerek pişirilir. Bütün hamur bitinceye kadar işleme devam edilir. Kurabiyelerin boş kısımlarına istenilen bir krema doldurulup iki kurabiye birleştirilerek bütün ceviz şekli verilir.
Bunca detaylı anlatımımdan sonra hala düzgün bir ceviz elde edememişseniz,kusura bakmayın ama o da sizin iş bilmemezlik ve beceriksizliğiniz.....Afiyet olsun.

Bizler küçücükten böyle eğlenirdik

küçücüktük ufacıktık bu şarkıyla eğlenirdik

okayi yamasika kombambaaaa kombambaaaaa  :)

bu sabah 8:15 vapurunda, onu gördüm karşımda
dizlerimi titretti, aşık oldum galiba
yakışıklı babam gibi, aşık oldum anam gibi
nerden çıktı bu adam, beyaz atlı prens gibi

ah bir baksa uzunları yaksa bana demir atsa
dillere destan olsa bu sevda, aşık oldum galiba
ah bir baksa uzunları yaksa bana demir atsa
dillere dolansa destan olsa bu sevda


Bu arada bı şarkının sözlerini az önce copy paste yapmadan önce,
koyu işaretli kısmı,
"ah bir baksa kuzuları yaksa"  diye bilirdim. :)
ahh ahh 25 yaşına gelmişim hala çocukken yoncamixin ağzından çıktığı gibi aklımda kalmış :)
benim için hep "kuzularrrr" olarak kalıcam orası ayyrıı ;)
hiç düşünmemişmiyim acaba " adam kuzuları neden yaksın ki kuzuları yakıp bana demir atması ne alaka kii "
hadi bunları küçükken düşenemem normal ama ya şimdi !!!
hala mı küçüğüm ben yoksaaa....!
'bayantavşan'

Yurdumdan Haberler


iğrenç Haberler;
ya biz gerçekten garip bir milletiz. bir yandan "değerlerimiz" olduğunu her yerde söylerken diğer yandan o çok övündüğümüz "değerlerimiz" sayesinde gazetelerin 3. sayfa haberleri dolup taşıyor. Aşağıda iğrenç bir örnek daha okuyabilirsiniz. ya da komedi programlarına bakın , fox tv de ismail baki diye bir adama denk geldik dün zap yaparken flash tv de yalçın çakır var ya onun tiplemesini yapmış. "Komedi" yapmak için adamın öğlen kuşağında acitasyon olsun diye yayınlanan programın aynısını oyuncularla yapıyor. İşte böyle bir milletiz biz öğlen ağladığımız sinirlendiğimiz olaylara , akşam gülüyoruz. komedyenlerin de işi rahat öğlen kuşagı programlarını biraz taklit yeteneği ile süsleyip insanların acılarından nemalanıyorlar. Biz de gülüyoruz.

"Mersin'in Silifke İlçesinde kamyon şoförü olarak çalışan Mehmet B. (35) akşam evine döndüğünde, eşi Nazlı B.'nin (27) kapıyı geç açmasından şüphelendi.

Evi aramaya başlayan Mehmet B., evin tuvaletine gizlenmiş olan Abdurrahman Özkan'ı (26) yakaladı.

Eşi Nazlı ve Abdurrahman Özkan'ı mutfaktan aldığı bıçakla öldüren Mehmet B. polisler tarafından yakalanarak göz altına alındı.

Mehmet B.'nin cinayeti 2 yaşındaki oğlu A. U. ve 8 yaşındaki kızı T. Y.'in gözleri önünde işlediği bildirilirken, Nazlı B.'nin ve Abdurrahman Özkan'ın bir süredir ilişkilerinin olduğu öne sürülürken, Mehmet Baş'ın ise bu ilişkiden şüphelendiği öğrenildi."


Karik


sabah sabah nerden çıktı bu kark

ikiagustosunönemi

Herkese Günaydın!

Bugün özel bir gün: İş hayatımın ilk senesini bugün itibariyle tamamlamış bulunuyorum. Haliyle ilk iş arkadaşım, canım, çizmeli kedim, koca gözlüm, ara ara çıldıranım, biricik M. ile de yıldönümümüz. Nice nice seneler yanımda olmasını dileyerek hislerimi dökmek istiyorum.

Bu çatıda ne kadar çok şey öğrendim hayata dair.. İş bağlamında değil, insan ilişkileri konusunda.. Dışarda tanışsam belki ikinci kez göremeyeceğim kadar farklı olduğum iş arkadaşlarımla, iş paylaşımı dışında hayatı paylaşarak zamanla dost olduğumuzu görmek inanılmaz bir his. Belki beni son bir senede çocukluğumdan bir nebze de olsa sıyırıp olgunlaştıran asıl şey paylaşımlarımızın egosuzluğu, dürüstlüğü, samimiyeti. Bana bu hissi yaşatan tüm masa sakinlerine sonsuz sevgi, saygı duyuyorum.

Hayatım boyunca kendimle yüzleşmediğimi farkettim buraya adımımı atar atmaz. Kendimi gerçekten tanımadığımı, yaşamak için yaşadığımı, amacım olmadığını, çok geniş sandığım perspektifimin ne kadar dar olduğunu anladım. Bunun için düzenli olarak yaptığım aktivitelerden sıyrılıp kendi kabuğuma çekilmem gerekti. Üç ay boyunca içkiye-sigaraya-dışarda yemeye-gece dışarı çıkmaya kısacası "beni ben yaptığını sandığım şeyler"e ara verdim. Kendi paramı kazanıp kendi evimde kendi imkanlarımla yaşayarak bireyliğimin, isteklerimin, hedeflerimin ve -belki de en önemlisi- karakterimin farkına vardım.

Bu süre zarfında çok zorlandım, çok bocaladım, ağlayamadım bile! Ta ki bu çatı altında aldığım tehditlerden bıkıp kendimi en dipte hissettiğimde, dayanamayıp hıçkırıklara boğularak kendime gelmek için iki saat harcayana kadar.. Sanırım acımı yok saydığım, ağrılarımı ertelediğim ayların acısını tek günde çıkardım.. Müşahede odasına beni merak ettiği için, elimi tutup "yanındayım" demek için gelen iki isim, insanlara bakış açımı nasıl değiştirdiklerinden habersiz bana gülümsüyorlar hala.. Sevgili D. keşke bendeki yerinin özelliğini bilebilseydin (: Diğer kıvırcık, geyik, akıl hocam, kötü gün dostum olan E. ise şimdi çok uzaklarda.. Eşşek herif arasa da iki bira neyin içsek ama nerdee!

Son bir buçuk sene.. Kendimi bulduğum dönem.. Demek değil ki bu oldum, büyüdüm! Hayır.. Öğreniyorum hala, hala eğitiyorum kendimi. Ama bu masadaki S.'nin içten kahkahasının içime yaydığı sıcaklık, pendor köşe başı içmeleri dertleşmeleri olmasa; M.'nin en içimi bilmesi, ansiklopedik öğretileri ve paylaştığı jazz şarkıları olmasa; kıvırcık E.'yle random saçmalayışlarımız, düetlerimiz (zgy26 ft .kntosh), 9gag geyiklerimiz olmasa; A.'yla yaptığımız servis+metro sohbetleri olmasa; anne adayı M.'nin iş öğütleri, tecrübe paylaşımları ve üzerimdeki annelik denemeleri olmasa; D.'nin yaptığı hangi şeyi saysam bilemiyorum (bana teyzemi anımsattığı için yaptığı her şey çok anlamlı benim için ama sanırım D. denince aklıma gelen asıl şey karikleri ve karik zevklerimizin aynılığı, konuşmadan birbirimize bakarak gülebilişimiz eheh! NE İSTEDİĞİMİ BİLMİYORUM TAMAM MI?) işte tüm bunlar olmasa ben şimdi merlinin sakalı olamazdım. Bırak sakalı kılı, tüy bile olamazdım!

Beni sizler yarattınız falan demeyeceğim tabi, bokunu çıkarmanın alemi yok da.. İyi ki varsınız be bizimasanın değerli zatları! Hepiniz ayrı ayrı öyle kıymetlisiniz ki.. Şu bir senemi bu kadar anlamlı yaptığınız için size minnettarım.

Hep yanımda olun ki benliğim hiç eksilmesin..

<cokduygusalimbusabah@merlininsakali.com>


1 Ağustos 2012 Çarşamba

M.'nin İlk İş Günü

Sevgili okurlar,

Şimdi sizleri bundan tam bir sene öncesine, bizim masaya dahil olduğum ilk güne götürmek istiyorum.1 Ağustos 2011'e...

Mavi gömleğimi ve sonradan aldığım kilolar yüzünden düğmesi kapanmayacak olan lacivert pantolonumu giydim. Evden çıkıp metrobüse bindim ve iş kulelerine doğru yola çıktım. Orada E. Bey'i bulmam gerektiğini söylemişlerdi önceki gün. Kulelere geldiğimde beni her zaman geren turnike denen gıcık pis aksamdan geçip 5. kata çıktım. İçimde garip garip bişeyler vardı. Hem korkuyordum hem heycanlıydım hem de mutluydum. E. yi gördüğümde beni güzel karşılaşmıştı. Bir sandalye çekip yanına oturmamı söyledi. Benimle biraz konuştu. Rahatlamıştım. Kötü bir insana benzemiyordu. Bana kule servisiyle Güneşli'ye geçeceğimizi bizi orda proje ekibinin beklediğini söylemişti. Havadan sudan, projelerden, E.'nin iş geçmişinden konuştuk. İyidi.Güzeldi. Artık normale dönmüştüm.

Sonra onu gördüm. İşte ordaydı. Bize doğru yaklaşıyordu.Bu, kompleksi problemli başkalarına tahammülü olmayan bir kız parçasından başka birşey değildi. Bu L.'ydi. Kanlı canlı ete kemiğe bürünmüş bir kapris makinesiydi adeta ashdfhgdfs. Masasına geldiğinde E. beni tanıştırıp "Bak yeni arkadaşımız geldi L." dedi. L. ağzındaki sakızı yavaş çekimde cığk cığk çiğneyerek bana, bittin kızım sen nefret ediyorum senden gıcık oluyorum sana bakışını attı ve E.'ye dönüp dedi ki "Evet gördüm."

O an işte o an hayatın benim için artık kolay olmayacağını bu buz dağıyla çalışmak zorunda olduğumu anladım. Toz pembe dünyam birden kararmış, şimşekler çakmaya başlamış ve yağmur atıştırmıştı. Hayır bunlar içime akan göz yaşlarıydı sdfdsasdffdk.

Diğer ekip arkadaşları da geldikten sonra Güneşli'ye doğru yola çıktık. Buraya geldiğimizde yine onlardan vardı. Pis turnikelerden. Yine 5.Kata çıktık. Bizi bir masaya yerleştirdiler. Masanın sol tarafında bir takım kızcıklar vardı. Bana Merhaba dediler. Bunlar L.'ye göre çok daha insani ve sıcak kanlı görünüyorlardı. Hele bir tanesi servis konusunda bana yardımcı olarak gönlümde taht kurmuştu. Evet bu sendin D.sdgfadsjfgfkjelibon

Bizi bir toplantı salonuna aldılar. Komik tavırlar içerisinde olan bir adam sürekli telefonla konuşuyor tebrikleri kabul ediyor ehe mehe yapıyordu. Bir adet soğuk nevale vardı içlerinde projenin sorumlusu mu neymiş ki biz ona Dayı lakabını takacaktık. Bir kaç adam daha vardı bunlardan biri o sırada gözüme tam köylü gözükmüştü sonradan Angaralı olduğunu öğrendik. O zamanlar böyle asarım keserim hasar da benim IDIT de benim modunda değil yağız anadolu delikanlısı modundaydı.

Herşey tamam gibiydi ancak bir eksik daha vardı. Ekip arkadaşlarımızdan birisi işlerini yetiştirememiş ve ertesi gün bize katılacakmış. Söylediklerine göre bu bir kızmış. Umarım şu L. gibi değildir diye içimden geçirdim. Sanırım evren içimden geçirdiğimin çok daha fazlasını vermiş. Çünkü bu kızla sonradan fırtınalı bir ilişki yaşayacak ve birbirimizi çok sevecektik. Kader öyle bir örmüştü ki ağlarını annelerimizin isimleri bile aynıydı.

Ertesi gün o kız geldi. Biz toplantıdan çıktığımızda tam şuan oturduğu yerde korkmuş ürkmüş bir yavrucak gibi beklemekteydi. Onu gördüğümde yıkılmış paramparça olmuş dünyam tekrar toz pembe oluvermişti. Daha ilk günden kıkır kıkır fıkır fıkır olmuştuk. İşte E. ile arkadaşlığımız o gün başladı.

Bugünse 1. yıldönümümüzü kutluyoruz. Masanın solunda kalan bir takım kızcıklarla da sonradan hiç bir iş yerinde karşılaşamayacağınız bir yakınlık kurduk. Şimdi hepsini ayrı ayrı çok seviyorum.