19 Aralık 2012 Çarşamba

gizemli hikayeler serisi-9

Bizi iki ayrı arabaya tıkıp gözlerimizi bağlayıp biryere götürmeye başladılar... Arabadayken bayılmışım. Gözlerimi başımda korkunç bir ağrıyla açtım. Herşeyi bulanık görüyordum. 1-2 saat sonra kendime geldim. Hapishane koğuşu gibi bir yerdeydik. Paslı demir kokusu geliyordu burnuma. Etrafta 5,6 kadın daha vardı. Kimse gelip gitmiyordu. Bunların bir kısmı uyuyor bir kısmının vucudu yara içindeydi ve inliyordu. O sırada, 48 derece sağımda 1 metre 35 cm uzağımda, yerde kıvrılmış uyuyan kızdan çakralarımı aydınlatan o cümleyi duydum. TPL for location location şın şın şın!!! Yerimden fırladım ona doğru yürümeye başladım. Saniyeler donmuş gibiydi. 1 metre 35 cm hayatımın en uzun yolu oldu. Yanına gittim. N'yi görmeyi bekliyordum. Eğildim, heyecandan ölebilirdim. Yüzüne baktım ama değildi. Bu o değildi. Olduğum yere dizlerimin üstüne yığıldım. Tanrım sanırım rüyadaydım ya da hayal görüyordum. Belki de bana uyuşturucu vermişlerdi. Bu yılda uyuşturucu var mıydı bilmiyorum ama olsun. Öyle bişeydi. Yerime doğru ilerken tekrar söyledi. Tekrar location dedi TPL dedi. Bu kez duydum. Emindim. Hemen orda uyanık olanlardan birine duydun mu sen de duydun mu diye bağırdım. Bana yorgun ve umursamaz gözlerle bakarak "Geldiğinden beri sayıklıyor, yabancı sanırım bu kız" dedi. O an farkettim ki, benim gibi o da değişmiş yabancılaşmış tanıyamayacağımız bir vücutla buraya ışınlanmıştı. Bu N. olmalıydı. Onu uyandırmak için yanına gittim. Biraz sarstım. Uyanınca beni tanımadı. Benden uzak dur kimsin sen diye bağırmaya başladı. Bense ağlamaya başladım. Sinirlerim bozulmuştu. Kendime gelene kadar ve olanları N.'ye anlatana kadar ağladım. Sonra beraber ağladık. G.'nin gelip bizi kurtarmasını beklemekten başka çaremiz yoktu. Ama en azından artık iki kişiydik. Kimseye bişey belli etmeden haftalardır neler yaptığımızı nasıl hayatta kaldığımızı konuştuk. Gece olmuştu.

Koğuşun girişinde bir hareketlenme oldu. Bazı sesler duydum. Herkes uyuyordu. N. de uyuyakalmıştı. O sırada kapıda G. yi gördüm. Koğuşun başında bekleyen adama birşeyler verdi ve koğuşun anahtarını aldı. Kapıyı açtı. Fazla ses çıkarmadan N.'yi uyandırdım. G. bizi kapıdan geçirdi ve koridor boyunca eğilerek yürümemizi söyledi. Duvarın dibinden tek sıra halinde çömelmiş biçimde yürüyorduk. G. eğilmemişti. Yanında kimse yokmuş gibi yürüyüp gidiyordu. Kapının girişine geldiğimizde bize koşun der gibi bir işaret yaptı. N ile koşmaya başladık. G. o sırada kapıdaki görevliyi oyalıyordu. Kapıdan çıkar çıkmaz felaket bir yağmurla karşılaştık. Arkamızdan G. çıktı bizi kolumuzdan tutup koşturmaya başladı. O an aklıma çocuk geldi. Onu bulmalıydım. G. bana anahtarları ver sen N.'yi götür çadırda buluşuruz birazdan gelirim dedim. Fazla bir seçeneği yoktu. Bir planım olduğunu anlamış gibiydi. Bana anahtarları verdi. Ve onlar koşmaya başladılar bense içeri girip onu bulmalıydım. Ama önce bulmam gereken bir şey daha vardı. O şey...

13 Aralık 2012 Perşembe

gizemli hikayeler serisi-8

Hiç tanımağım bir yerde kaderime terk edilmek üzereydim ve elimden hiç birşey gelmiyordu...

Aradan tam iki hafta geçmişti. 1902 yılının İngiliz işgali altındaki Mısır'ındaydık. Her yerde İngiliz birlikler kol geziyordu. Teknoloji yoktu. Herşey filmlerdeki gibi eski usüldü. Pazarlar kuruluyordu. Köleler satılıyordu. Kitaplardan okuduğum eski bir tarihin içinde bulmuştum kendimi. Henüz geri dönebilmek için bir planım yoktu. Çoğu zaman aç kalıyorduk ve artık supradyn lerim olmadığı için güçsüz düşüyordum. Tanrım bir tweet atmak için neler vermezdim. Kızları bulma ümidimi yitirmiştim. Anneannem bile doğmamıştı. Ama buraya gelebildiysem dönedebilirdim de elbet. Buradaki yaşama G. nin yardımıyla alıştım.Ona başıma gelenleri anlatmak zorunda kaldım. Çünkü milenyumdan geldiğim her kelimemden belli oluyordu. İlk başta düşerken başımı biryerlere çarpmış olabiliceğimi söyledi. Ama sonra geleceğe dair bu kadar şey atabileceğime ihtimal vermedi ve bir sabah uyandığımızda "sana inanıyorum" dedi.

Bir öğleden sonra G. ile dışarı çıktık. İstediklerimizi temin edebilecek bir kervan geçecekti. Onu yakalamak için gündüz vakti dışarı çıkmak zorunda kalmıştık. G. nin orada konuştuğu Zaglul diye bir adam vardı. Genellikle kervanın konakladığı yerin 2 arka sokağında buluşuyorlardı. Bu sefer yanında ben de olacağım için biraz endişeliydi. Zaglul'u bulmak için çadırdan çıktık. Çok hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. Kalabalığın içinde gözüm birilerine birşeylere takılmadan ilerleyemiyordum genelde. Sonra onu gördüm. Boyu benimkinden çok daha uzundu. İnce vücutlu ancak geniş omuzlu benim yaşlarımda bir oğlandı bu. Koyu sarı saçları ve mavi gözleri, açık bir alnı ve biraz büyükçe bir kafası vardı. Gözgöze geldik. O an olduğum yerde saniyelerce kalmışım G. nin dediğine göre. G.nin beni kolumdan çekiştirmesiyle kendime geldim. Kolumdan sürükleyerek beni oradan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Arkama, ona bakarak ilerliyordum. Yüzünde beni durduracak gibi bir ifadeyle o da bana bakıyordu. Sanki gitme der gibiydi. İşte ne olduysa bu sırada oldu. 50 metre ilerimizde bir bomba patladı. Ne olduğunu anlayamadan yere serildik. Ses okadar kuvvetliydi ki kulaklarımda büyük bir çınlama vardı ve G.yi duyamıyordum. G. ona doğru koşmamı söyler gibisinden bir işaret yapıyordu. Bense çocuğa baktım. Serildiğim yerden zar zor kalkıp çocuğa doğru ilerleyecekken İngilizler geldi. Çocuğu yattığı yerden kaldırıp götürmeye başladılar. Neden yaptığımı bilmiyorum. "Hey! Hey! Burdayım" diye bağırdım. G.nin kaçabilmesi için dönüp G.ye bakmadım bile. Olanları gördüğünü biliyordum ve beni kurtarmaya geleceğini de. Bizi iki ayrı arabaya tıkıp gözlerimizi bağlayıp biryere götürmeye başladılar...